17 Mayıs 2009

Eskilerden 22...ÖLEN AMCAMIN ARDINDAN

Bugün amcalarımdan biri olan Cemil Amca toprağa verildi. Üzüntülü olmama rağmen bu satırları yazıyorum; çünkü bayağı bir ders çıkardım bu ölümden. Akraba ilişkileri, ölüm gerçeği, genç ölüm gibi konular içimde dalgalanıp duruyor. İnsanoğlu şaşkınlıkla ve unutmayla donanmış ki ders alamıyoruz. “En büyük vaiz musalla taşında yatan ölüdür.” demiş büyüklerimiz. Ama kaptırmışız kendimizi boş olaylara ve bitmez bir kapitalist arzuyla saldırıyoruz maddi varlıklara.

Cenaze yıkanırken baktım ve yüreğim dağlandı. Canım amcam sessizce ve hareketsizce yatıyordu. Oysa yaşasaydı beni gördüğünde sevinir ve memnuniyetini belirtirdi. Oysa ne oldu ki öyle sessizce yatıyordu mermerin üstünde? Demek ki insanı canlı tutan “ruh” var. Burada tanrıtanımazların bol bol düşünmeleri gerekiyor. “Keşke”ler içimi yakmaya başladı. Neden daha sık akrabalarımı, dostlarımı ziyaret etmediğime bir cevap bulmaya çalıştım; ama kahrolsun ki haklı bir nedenim yoktu. Cenaze yıkandıktan sonra mezarlığa doğru yolculuk başladı. Cenaze aracında, tabutun yanı başında ben de vardım. Cenaze aracına binen 10 kadar kişi canlıydı, ama amcamdan hiç ses gelmiyordu. Camiye geldik ve ikindi namazından sonra cenaze namazı kılındı. Amcam son görevini yapmış ve musalla taşında bize nasihat veriyordu; ama bütün şehirde hayat yine akıyordu. Caminin dışında binlerce insan vardı ve caminin bahçesindeki tabuta muğlâk gözlerle bakıyorlardı, ama kaç tanesi durup düşündü, bilmiyorum. Cenaze namazı bittikten sonra mezarlığa olan yolculuk başladı. Bu sefer araç kullanılmamış ve Merhumu omuzlarda son evine doğru taşıdık. Aile mezarlığına geldik ve rahmetli dedemin yanındaki boş mezar çoktan hazırlanmıştı. Yüreğim kaldırmadığı için kabre girip cenazenin gömülmesine yardım edemedim işte. Ölüm bütün karalarını temizliyor insanların. Bembeyaz kefenler içinde, dualar eşliğinde sonsuzluğa uğurladık merhumu. Oysa biz duymasak bile hem Cemil Amca, hem diğer ölüler haykırıyorlardı. “Biz ölmedik! Hazır olun mezara!” diye haykırıyorlardı; ama biz kulağımızı tıkamıştık ve dünyanın sahte zevklerine takılmıştık ya. Amcamın üstüne toprak yığdık ve ayrıldık mezarlıktan. Hani sevgiler sonsuzdu, hani kalbimiz çok engindi; ama onu orda bıraktık ve dünyaya tekrardan hırsla saldırmaya başladık.

Bütün bunları yaşarken, Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” adlı şiirini içimden söylüyordum durmadan. Sorgulamalarım da bitmiyordu ve kendimi suçluyordum. Keşke daha sık Amcamı ziyaret etseydim ve keşke daha sık hatırını gözetseydim; ama O acele etmişti ve sonsuz hayata gitmek için beklememişti. Peki, şimdi ne olacaktı? Sonsuz bir ayrılık mı vardı, yoksa belli bir süre sonra belli bir mekânda tekrar buluşup görüşecek miydik? Evet, bu dünya geçiciydi ve insan ölmek zorundaydı ki sonuz bir hayatı elde edebilsin. Amcam da sonsuz bir hayat özlemiyle ölmeyi seçmişti ve sonsuzluğa doğru genç bir yaşta yelken açmıştı. Biliyorum ki tanımlayamadığım, ayrıntılarını bilmediğim bir dünyada bizleri bekliyor ve belki de bizlere sesleniyor; ama biz kapatmışız kulaklarımızı ve ölümü anlamaya çalışmıyoruz. Ah, sevgili Cemil Amca, sen sonsuz bir hayatı tercih ettin ve gittin genç bir yaşta. Umarım orda rahat edersin ve yine umarım ki oradan bize seslendiğini duyarız da ölmeden önce ölmeyi anlarız. Sen gerçekte ölmedin. Sadece ve sadece başka bir âleme yerleştin. Seni özleyeceğim ve sen aklıma geldiğin zaman kalbim sızlayacak; ama Hak’tan gelene itiraz edemeyiz. Sen orda rahat uyu ve sakın tasalanma burada kalanlara. Seni özleyeceğimden emin ol. Gittiğin yerde umarım huzur bulursun. Şimdilik hoşça kal!

15.09.2007

Hiç yorum yok: