11 Kasım 2010

KIŞI YAŞARKEN BENDEN YAZIYA DÜŞENLER

Bu yıla ait son yazıdır. Kasım ve Aralık aylarından satırlar içermektedir. Evet, verimsiz 2010 yılı bitmek üzere. Umarım ki 2011 farklı olacak. Cennetten gelen esintiler üfül üfül esiyor.

-31/12/2010
Yılın son günü ve sımsıcak bir hava var. Cuma namazını caminin bahçesinde kıldım ve yüzüme kış güneşi çarptı. Sağlıklı bir insan olduğum için bir defa daha şükrediyorum. Güneşli bir gün ve aciz bir kulun yönelişi...

Dün akşam eve dönerken, otobüste yüreğim öyle burkuldu ki... Nedenine gelince, seyyar tablasını zorlukla iteklemeye çalışan yaşlı bir amca ve satmayı umduğu birkaç kilo elma... Ak sakallarına ve yorgun yürüyüşlerine hüzün serpilmiş yaşlı bir amca... Zevk içinde yaşayan bizler ve sefaletle mücadele eden ötekiler...

Yeni yılın hepimize hayırlı ve bereketli olmasını dileyip bu yılı kapatıyorum. Güzel bir şiir eklemek istiyorum. Cemal Süreyya şiiri...

Sizin Hiç Babanız Öldü mü?
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum.
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taslara gelince hamam taslarına
Taslar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taslarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

-29/12/2010
Güzel bir Çarşamba akşamını yaşarken yazıyorum. Televizyonun sesi kulağımı tırmalıyor, ama önemli değil. Eve gelirken mutluydum; çünkü "Cennnet"le hemhal oldum. Allah hepimize "Firdevs Cenneti"ni nasip etsin. Cennet ki gülen gözlerinde ve sevgi dolu sözlerinde hayatın rayihası...

Umarım ki 2011 benim, eşim, annem, yeğenlerim, yakın akrabalarım, dostlarım ve milletim için güzelliklerle dolu olur. Rabbim, sen bakışlarımızı soldurma. Rabbim, sen nefesimizden seni ve yaşantımızdan istikameti uzak tutma.



-28/12/2010
Evet, birkaç gün kaldı. Sevinsem mi, üzülsem mi, bilemiyorum. Ama 2010 bitiyor. Umarım ki güzel yıllar hepimizi bekliyordur. İnşallah hayatımda büyük değişiklikler olacak. İyi bir kul değilim, ama hepimizi yaratan yüce varlıktan merhamet bekliyorum. Bu yıl için bu kadar yeterli. Benim için zor bir yıldı, ama her kışın bir de yazı vardır. Umarım ki 2011'de selamet dolu yazılarla ve düşüncelerle burada olacağım. Çok sevdiğim bir şarkının sözlerini aşağıya ekliyorum.

ZOR AŞK
Haber saldım dört bir yana
Karanfiller susuz kalmış
Muhabbete dost aradım
Bu şehri periler sarmış

Bitip tükenmez sigaram
Ciğerim nefessiz kalmış
Herşey yalan olsa bile
En güzel aşk zor olanmış

Söyle bana güzel kadın
Her şey yerli yerinde mi
Bırakıp gittiğin gibi
Deniz mavi gök yeşil mi

Bitip tükenmez sigaram
Ciğerim nefessiz kalmış
Her şey yalan olsa bile
En güzel aşk zor olanmış



27/12/2010
Adana'da çok sıcak bir hava var. Geldim ve "Elalem"e kavuştum. Yollarda, kaldırımlarda, apartmanlarda ve gözümün değdiği her yerde "Elalem" var. Ben hastayken, üzüntülüyken, bıkmışken, azap çekerken veya umutsuzken yanımda olamayan, ama bir lafı bin etki yaratmaya hedeflenmiş olan "Elalem"... Şu nefret ettiğim "Elalem"i nerelere sürgün yollasam, bilemiyorum. Sözüm önce kendimedir, ama birkaç ayeti eklemek istiyorum:
"Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12)
"Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden kişinin vay
haline" (Hümeze Suresi, 1)

Güzel bir film tavsiye etmek istiyorum: "AV MEVSİMİ"... Gerçek hayattan kesitler taşıyan, duygu dolu ve gerçekten mevcut olan iğrençlikleri apaçık gösteren... Fazla yorum yapmama gerek yok. Ustalara saygımız sonsuzdur.



-22/12/2010
Batman'dan yazıyorum yine. Rahmetli Kerim TEKİN geldi aklıma. Uzun yıllar oldu aramızdan ayrılalı. "Haykırsam Dünyaya" ve "Karbeyaz" ne güzel şarkılardı. Şu soğuk kış günlerinde insanın içini ısıtacak ne güzel şarkılar... Hava soğuk, bedenim de üşüyor ruhum da... Ve sanki her yerde Kerim TEKİN şarkıları çalıyor...



-21/12/2010
Batman'da kuru ve soğuk bir hava var. Otelden şubeye gelirken üşümemek elde değil. Yine kahvaltı yapmadım, çünkü canım sıkıldığında kahvaltı yapamıyorum.

Birkaç gün önce "UMUT" adlı bir Türk filmi seyrettim. Bir babanın fedakarlığı... Oğlunu yaşatmak için kendi kalbini başkasına bağışlayan ve hayatından olan bir babanın dramı... UMUT'u seyretmeyi herkese tavsiye edebilirim.



Türü : Dram
Yönetmen : Murat Aslan
Senaryo : Murat Aslan
Müzik : Mazlum Çimen
Yapım yılı : 2008
Gösterim tarihi : 27 Şubat 2009
Dağıtıcı : Özen Film
Oyuncular : Zafer Algöz , Zeynep Tokuş , Fikret Hakan , Selim Erdoğan , Yılmaz Güney

-11/11/2010
Yazdan çalınan günleri yaşıyoruz, ama kış geliyor. Haftaya da kurban bayramı... Çocukluğumun güzel bayramlarını ana kıstas kabul edecek olursam, bayramdan pek bir şey anlayamıyorum, ama umarım ki nice bayramlarda nefes almak nasibimiz olur...

-04/12/2010
Bugün Kayseri'den geldim...

-08/12/2010
Kış gelemiyor. Çok sıcak bir hava var. Kendimi çok yorgun hissediyorum bu sıralar. Uyumak istiyorum, ama zaman bulamıyorum. Hayal kırıklığına ne demeli? Sabır, sabır ve yine sabır... Müşfik bir kasap ve kesilmeyi bekleyen kuzu mu? Hayır, milyon defa hayır. Kindar mıyım? Hayır, ama haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değil midir? Mazluma kin duymaktan utanırım, ama kafamı kıran zalimi de asla unutamam. Bu sabah yine başım ağrıyor ve yine yazdan çalınan bir hava. Bulunduğum yer sahile çok yakın. Kendimi sahile atabilsem ve denizin mavisinde kaybolabilsem. Ne olurdu kuşlar gibi göklerde süzülebilseydim, ne olurdu denizin mavisinde kendimi unutabilseydim.

Mersin'de hava çok güzel. Öğle arasında yemek yemedim, ama biraz dolaştım. Sahile inmedim, ama çarşıda dolaştım. Hediyelik eşya satan dükkanlara baktım, ama hep aynı bayat tasarımlar... Hediye kültürümüz olmadığı ne kadar da çok belli! Öğle yemeği yerine iki tane kır pidesi aldım. Aslında hamur işlerinden nefret edecek duruma geldim, ama tek başıma lokantaya gitmekten çok hoşlanmıyorum. Hava çok güzel, insanlar hep dışarıda, ama ben yine muhalifim, yine bekleyişteyim. Hayatta sadece bu an vardır. Geçmiş ölmüştür ve gelecek doğmamıştır. Bazı şeyler haktır ve başkalarının gerzekliği yüzünden en temel haklarıma sahip olamamaktan dolayı sinirleniyorum. Gerzek insanlar, gerzek bekleyişler ve gerzek düşünceler... Bu benim hayatım ve hayatımı kendim yönetmek istiyorum. Gerzekler yüzünden bekleyen, sinir olan ve günlerini tüketen ben... Gerzek insanlar, gerzek bekleyişler ve gerzek düşünceler...



İdeolojilerin her halta karışmasını anlayamıyorum. Din ve siyasi düşünce bütünüyle özel değil midir? Paranın rengi olamaz. Ama benim ülkem her alanda şaşkın değil midir? Arkadaş, patronun ve çalışanın renginden bana ne! X kurumunda namaz kılamazsın, Y kurumunda oruç bozamazsın, Z kurumunda mini etek giyemezsin, H kurumunda başını örtemezsin... Patronun ve işçinin aynı fikre sahip olmasını dilemek ve beklemek ne kadar aptalca bir uygulama değil mi? Ama burası Türkiye ve hep aynı aptalca davranışlar... Ey patronlar, sadece beynimle ve ahlakımla beni değerlendirin. Ey işçiler, patronlanızın/çalıştığınızın kurumların ideolojilerinden medet ummayın. Herkesin dini ve ideolojisi kendini ilgilendirir. Bir işçi olarak, patronlarımdan neler mi bekliyorum? Adil maaş, saygı ve kendimi geliştirebileceğim bir altyapı. Benim inancım, ideolojim ve düşüncelerim sadece beni ilgilendirir.

-10/12/2010
Mersin'de yağışlı bir hava var. Yanımda şemsiye yok ve öğlen dışarı çıktığımda ıslandım. Kar görmeyeli, taze kar üstünde yürümeyeli ve kar yağarken pencereden dışarı bakmayalı çok oldu. İçerisinde olduğum şu süreci atlatmak istiyorum. Umutsuzluk veya mutsuzluk değil, ama yorgunluk ve mutluluğu elde isteği...

-13/12/2010
Şanlıurfa'ya geldim. Gece yolda otobüs bozuldu ve saatlerce soğukta kaldık. Şimdi öğle arası ve yemeğe çıkmadım. Klima çalışıyor, ama şube buz gibi soğuk. Uykusuzum, açım ve yorgunum. Rabbime isyan etmiyorum, ama bazı konularda çözüme ihtiyacım var. Bir bölümüm cennette yaşıyor, ama benliğimin kalan bölümü ise Rabbinden merhamet bekliyor...

-14/12/2010
Şanlıurfa bugün çok soğuk ve yağmurlu. Dün gece geç uyudum ve televizyona baktım. Öğle arasında kitapçıya uğrayıp bir tane kitap alacağım. BBC'nin 20 DVD'lik "Vahşi Yaşam" belgesellerini satın aldım ve sabah kargoyla elime ulaştı. Bu beni mutlu etti. Sabah Gazetesi de 30 DVD'lik belgesel veriyor. Kuponları biriktirmeye başlayacağım. Şanlıurfa çok soğuk, ama bugün kendimi iyi hissediyorum.

-15/12/2010
Yine Şanlıurfa'dan yazıyorum. Az önce öğle yemeğinden geldim. İçli köfte ve ayran iyi bir ikili oluşturdular. Yemekten sonra biraz yürüdüm. Hava yağışsız ve rüzgarlı. Dün güzel bir kitap aldım ve bu akşam okumaya devam edeceğim. Gürkan ZENGİN tarafından kaleme alınan HOCA adlı kitap... Güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum.

10 Ekim 2010

MUHTELİF DUVAR YAZILARI

- ‎29 Ekim 1995... Kayseri Talas Lisesi'nin öğrencileri yürüyüşteydi. İkinici sıradaydım. Sıra mı? Boy sırası... Hava güneşliydi. Ah ki ne ah!.. Aradan 15 yıl geçmiş. Bugünümden çok memnunum, ama ilk gençlik yıllarımı da çok özlüyorum. Aslında yaşlanmak istemiyorum...

- Yarın Cumhuriyet Bayramı... İyisiyle ve kötüsüyle bu ülke, bu devlet ve bu yönetim şekli bizim. Şikayet edip durmanın, Devlet-i Ali Osmanlı hayaliyle yanmanın pek bir faydası yok. Ülkemizi kalkındırmak, insanımızın yüzünü güldürmek ve demokrasimizi ilerletmek zorundayız. Cumhuriyet de, Devlet-i Ali gibi, bizimdir. Mustafa Kemal Atatürk de bize aittir. İnanalım, çalışalım ve ülkemizi düze çıkartalım.

- İş hayatı ve özellikle özel sektör çok yıpratıcı... Üniversitedeyken, sorarlardı ve ben de derdim: "Özel sektör ve denetim tecihimdir. Kamu kuruluşlarında insan rehavete alışır." Ne cesaretse bu! Çok şükür iyi bir işim var, ama bankacılık-denetim zor bir iş. Bankada değil de Maliye Bakanlığı'nda denetim elemanı olsaydım. Mesela gelirler kontrolörü, hesap uzmanı veya vergi denetçisi... Özel sektör zor, yıpratıcı ve yorucu... Bankacılık 1970'li yıllarda cazipmiş. Günümüzün bankacılığı mı? Yıpratıcı, yorucu ve yaşlandırıcı. Şikayet değil, ama devlet memurlarının, maaşlarına itiraz etmelerine çok kızıyorum. Özel sektör çalışanlarının canı çıkıyor ve çoğunluğu, devlet memurlarından daha az maaş alıyor. Özel sektörde çalışanların tamamına Allah sabır versin.

- Saat 01:16'da aniden uyandım. Tekrar uyumayı denedim, ama olmadı. Kalktım, yüzümü yıkadım ve kahve suyu koydum. Masam pencerenin kenarında ve perde biraz açık. Çobanyıldızı'na gözüm çarpıyor. Evlerin ışıkları hep kapalı. Mutluyum, ama düzensizim. Hayatımı bütünüyle düzene koymak istiyorum. Buruk kahve, Mustafa ve hayaller...

- "Ya seferdir ya tahammül anla aşkın çaresi" demiş şair. Diğer konularda nasıl davranacağız? "Sefer-Tahammül" dengesini çok iyi ayarlamak gerek. Sefer, ama ne zaman... Tahammül, ama ne kadar... Neye, kim için, neden ve ne kadar tahammül... Sürekli denge arayışı ve her dengenin içinde milyon tane denge... Ne için? Muvakkat dünya hayatı ve ayağımın altına aldığım sefil zevkler için... Şu dünyaya öylesine tapıyoruz ki ne haysiyet, ne inanç, ne cesaret yok...

- Sorgulamadan kabullenmek bana göre değil... Her şeyi sorguluyorum ve mutlaka mantık arıyorum. Evet, her şeyi sorguluyorum. Yaratılışı bile sorguladım ve Rabbime tekrardan iman ettim.

- Her kıştan sonra mutlaka bahar geliyor, ama insan sabırsız. Baharı hemen bekliyoruz ve sonsuzlukta doğacak bahar güneşi için sabredemiyoruz. Bahane değil, sadece acizliğin itirafı... Büyük kulların imtihanı da büyük olur, ama nice küçük kullar en ufak sıkıntıda tökezler. Aciz olduğumuzu kabul ediyoruz ve imtihanımızın da acziyetimize uygun olmasını diliyoruz.

- Tik tak tik tak... Pazar gecelerini oldu bitti sevmem:( Çocukken, evimizde kurmalı çalar saat vardı. Pazar geceleri erken yatırılırdım, çünkü ertesi gün okul vardı. Hemen uyuyamazdım ve kurmalı çalar saatin "tik tak" seslerine anlamlar yüklemeye çalışırdım...

- Değişim şart, ama değişimi destekleyen irade her şeyden daha fazla önemli...

- Gelecek tatil planım: Büyükada, bir hafta, sonbahar, yağmurlardan önce, sakin bir otel, Hatırla Sevgili dizisini hatırlamak, bol yürüyüş, sahil turu, deniz manzaralı yemek keyfi ve akşama doğru bergamotlu çay...



- İnanıyorum ki sağanak rahmetin altında tatlı tatlı ıslanacağım...

- Saat 21 civarı eve geldim, bir saat kadar oturma odasında oturdum, iki fincan bergamotlu çay içtim, şimdi odamda pencerenin kenarındayım, perde hafif açık, yağmur tatlı tatlı yağıyor, bir fincan ada çayı masamda, TRT FM'de güzel şarkılar... Rabbim, insan olduğum için ve sana inandığım için çok mutluyum. Rabbim, sen kullarını ne olur sev ve korktuklarından emin kıl...

- Sol düşünceli değilim, Sağ görüşlü bir insanım, ama Kılıçdaroğlu'nun söylemlerini olumlu buluyorum. Sağ ve Sol birbirini anlamayı başarabilmelidir. CHP'nin militarist ve aşırı laik unsurları tarafından ayağı kaydırılmazsa, Kılıçdaroğlu'nun toplumsal uzlaşıya katkı sağlayabileceğine inanıyorum.

- "Kafama gökten taş düştü, başımı kaldırdım ve isyan ettim. Sonra bir baktım ki taş değil kocaman elmas... Sonrasında ise hemen şükrettim..."... İnsan böyle işte... Nimete boğulunca unutur, zorda kalınca yalvarır ve zorluktan kurtulunca, nimet sahibini yine unutur...

- İnsan olarak doğduğumuz için ne kadar şükretsek azdır... İnsan değil de bir solucan olsaydık?..

- Mevsimlerden sonbahar ya... "Sonbahar Rüzgarları" şarkısı ne güzel bir klasiktir. Allah kimseyi sonbaharın kasvetine bürümesin... Mutlu olabilmek için çok neden var, ama insan bazen doyumsuz, kör, katı, kırıcı...

- Öfkem şerefimden ve suskunluğumsa asaletimdendir...

- Yassıada'yı unutmadık ve asla unutmayacağız!.. Bu ülkede her zaman demokrasi hakim olacaktır!.. Türk Silahlı Kuvvetleri canımızdır, ama cuntacılar ve cuntacıların sivil dalkavukları nefretimizdir!..

- Sahura kadar bende yine uyku yok... Adaçayı ve kahve... "Hatırla Sevgili" dizisini DVD'lerden seyrediyorum. Ama içim biraz huzursuz; çünkü bugün hiç kitap okumadım. Bu sıralar çok kitap okumuyorum ve bu beni müthiş huzursuz yapıyor. Ramazan ayının bitmesini istiyorum; çünkü güne kahveyle başlamadığımda müthiş öfkeli oluyorum...

- Darbeci Cemal Gürsel, Cemal Madanoğlu, Kenan Evren ve diğerleri... "SAĞ" veya "SOL" görüşlü birçok cana haksız yere kıydınız. Sizi toprak bile kabul etmesin!..

- Üstat Peyami SAFA’nın “MAHŞER” adlı dev eserinin her satırında sanki benden izler var…

- Ayaklar baş olursa kıyamet kopar... Her yerde birkaç tane baş ve sürüyle ayak... Küçümseme değil, çabalayanı yüceltme...

- Hayvani yaratıkların dini, ırkı ve siyasi düşüncesi hiç önemli değil... Ateist veya inançlı, Türk veya Kürt, sağcı veya solcu... Farklı türden çok hayvan görüyorum ve hepsi de farklı kimliklere sahip...

- Umarım ki sadece "ay"lar kaldı!..

- ‎11 N, 23 K... Yeni tür 5 N, 1 K...

8 Ekim 2010

DENETİM ALANINDA KAYNAK ESER 1

Denetim alanında basılmış Türkçe kaynak bulmak oldukça zor; çünkü yakın zamana kadar "Denetim" yönetici yetiştirme fidanlığı" ve "denetçilik" zıplama tahtası olarak kabul ediliyordu. Denetim elemanları arasında, ne yazık ki günümüzde bile, "sabite geçmek" düşüncesi revaçta olmuştur. Sabite geçmek fikrini kafasına yerleştiren, denetçilik mesleğini zıplama tahtası olarak gören insanlar kesinlikle "gerçek üstat" değillerdir. Neyse, konuyu çok dağıttım. Denetim alanında ancak İngilizce kaynak bulmak çok kolaydır. Tamam, İngilizce kaynakları takip edebilirim ve belli bir seviyede anlayabilirim, ama bu durum oldu bitti garibime gider. Arkadaş, Türkçe okumak istiyorum!..

Doç. Dr. Tamer Aksoy tarafından kaleme alınan çok önemli bir kaynak var. Ne yazık ki 2006 yılı baskısı mevcut. Üstada e-posta yoluyla ulaştım ve kitabının güncel baskısının ne zaman yapılacağını sordum. Türk Ticaret Kanunu'nun yeni halini beklediğini belirtti. Yeni baskısı yapılır yapılmaz, enfes kitabını alacağım. Aslında kitabı değil, kitapları... "Tüm Yönleriyle Denetim 1 ve 2".

Resim: Tüm Yönleriyle Denetim 1 ve 2



Kitapların içeriği ana hatlarıyla aşağıdadır:

- Genel Anlamda Denetim
- Bağımsız Dış Denetim
- Uluslararası Denetim Standartları ve Etik İlkeler
- Denetim Süreci ve Denetim Planlaması
- Çalışma Kağıtları, Kalite Kontrolü ve Denetimin Raporlanması
- Denetim Kanıtları, Denetim Riskleri ve Denetim Teknikleri
- Kanıt Toplama Tekniklerinde Örnekleme Yöntemleri
- Analitik İnceleme Prosedürleri (AİP/Analytical Review Procedures)
- İç Kontrol Sisteminin İncelenmesi
- Türkiye Muhasebe Standartları (TMS/TFRS) ve Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UM/UFRS)
- Enflasyon Muhasebesi Modelleri, Mali Tablolarda Yapılacak Enflasyon Düzeltmeleri ve Konsolide Mali Tablolar
- İşletme Bütçeleri, Enflasyon Ortamında Hazırlanması ve Bütçe Kontrolü
- Türk Ticaret Kanunu Uyarınca Anonim Şirket Denetleme Kurulu Tarafından Yapılan Denetim
- Denetim Standartlarının Türkiye Uygulaması: SPK - BDDK
- Uluslararası Denetim Standartlarının Mali Müşavirlik Meslek Yasası Hükümleriyle Karşılaştırılması
- İç Denetim - İç Kontrol - Risk Yönetimi Sistemleri ve Risk Odaklı Denetim
- İşletmelerde ve Bankalarda Bilgi Teknolojileri (IT) ve Bilgi Güvenliği Denetimi
- Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri/Araçları
- Şirketler, Sermaye Piyasası, Aracı Kurumlar ve Bankalarda Denetim
Teftiş, İnceleme ve Kalite Denetimi
- Soruşturma (Investigation): Denetimin Kendine Has, Farklı Nitelik Taşıyan Özel Bir Biçimi

7 Ekim 2010

BİR SONBAHAR AKŞAMINDAN YANSIYANLAR

Hayat bir teraziyse, bu hayatın kefeleri ne olabilir? "Bir varlık, bir yokluk..." desem, olur mu? Dışarıda soğuk bir hava var, benim içimde biraz üzüntü, çünkü birisiyle tartışmak zorunda kaldım. Sonbahar ve tartışma birleşince... İşte, hayat sürekli dengeleniyor. Akşamdan önce son derece neşeliydim, ama akşam oldu ve neşem kayboldu. Kimsenin kalbini kırmak istemiyorum, ama nedense insanlar tartışmayı seviyor. Bir varlık, bir yokluk... Bir sevinç, bir üzüntü... Ey dünya hayatı, insanlar sana tapıyor, ama bazen senden iğreniyorum. Neyse, karamsarlığı dağıtmam gerekiyor. Bergamotlu çay içiyorum, TRT FM dinliyorum ve dışarıda ürpertici bir soğuk... Ey alemleri yaratan yüce varlık, ne olur bizleri korktuklarımızdan emin kıl. Rabbim, kulların çok aciz, ama aynı zamanda inanılmaz isyankar... Rabbim, her şeye rağmen, bütün salaklıklarımıza rağmen bizleri sev, koru, anla ve bağışla. Rabbim, sonbaharın kasvetini yüreklerimizden al ve bizleri istikamet dairesinde yaşat. Rabbim, gönlümüzü burkma ve üşüyen yönlerimizi sen ört.



Hasan Nail CANAT'ın uzun yıllar önce aramızdan ayrıldığını kısa bir süre önce öğrendim ve kalbim inanılmaz burkuldu. Üstat 2004 yılında aramızdan ayrılmış, ama ben yeni duydum. Çocukluğumu renklendiren, bana şuur aşılayan yazarlardan birisiydi. Rahmetli babam tarafından, Üstat Canat'ın şu kitapları bana hediye edilmişti: Nur Dağındaki Çocuk, Bir Küçük Osmancık Vardı, Günahkar Baba ve Yasemen... Her birini defalarca okumuştum ve bugün bile kişisel kitaplığımda özenle sakladığım kitaplar... Özellikle "Nur Dağındaki Çocuk" hayranlığımı cezbediyordu. Afgan mücadelesini, yiğitliği ve heyecanı inanılmaz ustalıkla anlatan bir eser... Üstadımın mekanı cennet olsun.





08.10.2010 Devam:

Sabah öyle yağmur yağdı ki... Uyandığımda başım müthiş ağrıyordu. Kalktım ve kahve suyu koydum. Sabahları bir fincan kahve içmek var ya... Buruk, sıcak ve az şekerli bir fincan kahve... Kremasız ve sütsüz... Yanına biraz fındık ve ceviz... Böyle büyük bir nimete şükredilmez mi? Hazırlandım ve şemsiyeyle dışarı çıktım, ama sırılsıklam oldum. Sabahları kahve içmek, hazırlanmak ve işe gelmek güzel şeyler... Artık günde sadece 1 fincan kahve içiyorum, çünkü daha fazla içmeyeceğime söz verdim. Buna da şükür:) Daha güzel yazılarda görüşmek üzere...

2 Ekim 2010

HAYATA SIMSIKI TUTUNURKEN...

Uzun vakittir yazmıyordum ve yazmak da istemiyordum, ama döndüm. İnzivaya çekilmiştim ve beni yaratan sonsuz güçle hasbihal ediyordum. Dinç bir beyin ve yürekle buradayım. Kul şaşkındır, saçmalar, küser, uzaklaşır, ama alemleri yaratan yüce varlık, kuluna hep sahip çıkar.

Dünyayla paylaşmak istediğim çok konu var...
Ayrıntılarla görüşmek üzere...

9 Ağustos 2010

YOLDAN GEÇEN İÇİN YOLLAR TÜKENMİŞTİR

Yazmayacağım demiştim ve kesin karar vermiştim. Yazmak da istemiyorum, ama ister itirafname kabul edilsin, isterse bir adamın samimi düşünceleri... Bazı şeyler değişene kadar asla yazmayacağım. Hayatımda bazı şeyleri değiştirene kadar asla yazmak da istemiyorum. Kendimi bildim bileli hep muhaliftim, hep sorguladım, hep mantık aradım. Akvaryumda bir balık gibi olmayı kendime yakıştıramadım. Hadiselere ve davranışlara daima mantıkla bakmaya çalıştım ve insanların çoğu bunu anlayamadı. Belki de gereğinden fazla zekiyim ve fazla zekanın olumsuzlukları beni bırakmadı. Ama bazı şeyler var ki, hayatımda bazı şeyler var ki... Mantığın işlemediği, beynin çözemediği öyle şeyler var ki... Olsun, huylu huyunu bırakamaz. Bazı kör noktalar, gayyalar, hafakanlar, açmazlar var ki... Bazı sorulara yanıt bulana kadar susmak, kabuğuma çekilmek istiyorum. Zaten zahiri dilimle fazla konuşmayan, batıni diliyle haykıran ve beyninin her kıvrımında binbir soruyla cedelleşen ben değil miyim? Artık bütün yolların bittiğini düşünüyorum. Yeni yollar keşfetmek, girift bilmecelere meydan okumak da istemiyorum. Ya bazı girift bilmecelere mutlak yanıtlar bulunacak ya da dil, kalem, beyin, kalp, duygu, duyu ebediyyen susacak...



Her zaman güçlü oldum, genç hissettim, direndim, delice mücadele ettim, düştüğüm yerden azimle kalktım, ama insanın da dayanma gücü belli değil mi? Ruhum bir yönüyle sonsuzluğa bağlı, ama beyin, göz, kalp ve kan zahiren nedir ki?.. Güçlüyüm ve azimliyim, ama hırslı değilim. Sağlıklı ve genç olduğum için mutluyum, ama dünya hayatına asla tapmıyorum. Şu gölgelikte dinlenen bir yolcuyum ve zamanı geldiğinde çekip gideceğim. Gittiğimde, gitme zamanım geldiğinde ne olacak? Bu soruya yanıt veremiyorum. İnkar denizinde boğulmuyorum, ama zaman zaman münafık veya mücrim de olmuş olabilirim. Münafıklık mı? Evet, gizli münafık olmanın şerrinden Allah sakındırsın. İnançlıyım, ama iyi bir mümin değilim. Ama gönlümü ferah tutuyorum. Yaratıcının rahmeti, inanırım ve umarım ki, beni teğet geçmeyecektir. Kur'an'da bu konu hakkında enfes bir ayet var: "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!"

Araf Ehli kavramını duymuşsunuzdur, değil mi? Kavramın teolojik anlamından burada bahsetmeyeceğim; çünkü dini bilgisi çok güçlü olmayan bir insanım. Üstat olmadığım bir alanda konuşmak abes olacaktır. "Araf Ehli" kavramına teolojik anlam yüklemeyeceğim ve bu kavramı sosyolojik anlamda kullanacağım. Günümüzün "Araf Ehli" kimdir? Önce biraz günümüzden bahsedelim. Değerleri kokuşmuş, ahlaksızlığın hüküm sürdüğü, rüşvetin doğal karşılandığı, insanların vergi kaçırmaktan utanmadığı, memurun işini hakkıyla yapmadığı, yetimin hakkının yendiği, garibanın ezildiği, öz kimliğin unutulduğu, ülke sevgisinin yüreklerden silindiği bir devir... Bu devirde yaşamasına rağmen, kendini binbir pislikten korumaya çalışan, ülke sevgisini damarlarında hisseden, vicdan sahibi olmaya çalışan, ama zaman zaman yanılgıya düşen, affedilebilecek hatalar yapan ve her şeye rağmen "çamura düşen altın" misali saffetini korumak isteyen insanlar var ya... Onlar tam anlamıyla "Araf Ehli" zümresini oluştururlar... Yanan mum misali olamadım, önden giden atlıların arkasından koşamadım, ama en azından "Araf Ehli"nin arasında olmayı başarabilirim.

Güçlüyüm, azimliyim ve cesurca meydan okuyorum... Ama bilmiyorum girift bilmelere çözüm bulabilecek miyim? Çözüm bulamazsam ne mi olacak? Sakince bir gülümseme ve yolculuğa devam... Şu dünyanın muvakkat zevklerine, arzularına tapmadım ve tapmıyorum, ama sozsuzluk için de heybem dolu değil... Olsun, umudumuz boldur... "Sultana sultanlık, gedaya gedalık yaraşır."

Ramazan ayı da yaklaşıyor. Her yerde "Mübarek Ramazan" muhabbeti yapılmaya başlandı bile. Oruç tutmak benim için oldukça zordur; çünkü çay ve kahve içmeden gün geçirmek çok zor. Ramazan pidesi de güzel bir ekmek türü, ama soframa pek uğramıyor. Neden mi? Ramazan pidesi geniş ailelerin tüketebileceği şekilde, büyük yapılıyor. Bense küçük bir aileye sahibim ve ramazan pidesini günlerce bitiremiyoruz. Nimet kutsaldır, ama pidenin de tazesi makbuldür.



Bu bekleme süresini tam olarak tarif edemiyorum, ama rahmetli Peyami Safa'nın MAHŞER adlı eserinin satırlarında beni ve ruhumu bulabilirler. Peyami, sen ne büyük bir yazardın ve benim gibi hep muhaliftin. Yattığın yerde huzurla uyu.



İngilizce öğrenmek bu devirde farzdır. İngilizce öğrenme sürecini sürekli tutabilmek için çok kelime bilmeniz, yeni kelimeler öğrenmeniz şarttır. Oturup da sözlük ezberleyen gerzeklerden hiç olmadım. İngilizce bulmaca çözmek, kelime haznesini geliştirmeye yardımcı olacaktır. Bu konuda tavsiye edebileceğim kaynaklar var: Şule MERİÇ tarafından hazırlanan "İngilizce Bulmacalar 1, 2 ve 3". Ben de aldım ve ilk kitabı bitirmek üzereyim. Unuttuğunuz veya unutmanızın doğal olabileceği kelimeleri bile hatırlamanıza yardımcı olabilecek kitaplar... "Handkerchief" gibi uzun süredir kullanmadığım bir kelimeyi bile anımsamama yardımcı oldu. Meraklıysanız, bu kitaplarıı tavsiye ederim ve fiyatları da oldukça uygun.



Tümüyle maddiyata, güce, refah unsurlarına bakan bir toplum… Bin defa başarılı, zeki ve nitelikli olacağına bir defa zengin ol, güçlü bir ailen olsun ve devamında insanlar sana tapsın. Hani Osmanlı’nın torunları bu topraklarda yaşıyordu, hani şehitlerin kanıyla bu topraklar sulanmıştı, hani bir Türk dünyaya bedeldi… Şehit olan genç fidanlara bakın ve ibretlik halimize vaveyla edin! Hangi güçlü ve zengin ailenin oğlu şehit olmuştur ki… Gariban Anadolu insanının gariban oğlu şehit olur ve ülke ayakta kalır. Kokuşmuşuz işte!... Memur görevini hakkıyla yapmıyor, rüşvet almak doğal kabul ediliyor, vergi kaçıranların yüzü kızarmıyor, gariban ailelerin oğlu şehit oluyor ve birileri zevkin içinde sefilce yaşıyor. Aşağılık insanların ırkı, siyasi görüşü ve dini farklı olabiliyor da. Bakın, Türk-Kürt, Sağcı-Solcu, İnançlı-Ateist… Her kesimin içinde bir sürü yalancı, adi, aşağılık ve sefil insanlar var… Vallahi billahi bu tablodan utanıyorum. Bu toplumu düzeltemem, ama umarım ki pislik olmayacağım, ülkeme ihanet etmeyeceğim, vergi kaçırmayacağım, rüşvet almayacağım, insanların sırça köşklerini başlarına yıkmayacağım…

Geçenlerde gazetenin birinin Pazar ekini karıştırıyordum ve karşıma bir yazı çıktı. Yazının başlığını tam olarak hatırlayamıyorum, ama "intihar eden şairler" konusunu işliyordu. Hatta müntehir şairlerden bazılarının resimleri de vardı. Nasıl üzüldüğümü ve şimdi bile yüreğimin nasıl acıdığını satırlara dökemem. Çoğu 30 yaşının altında, güzel veya yakışıklı insanlar... Keşke intihar etmeselerdi ve aramızda kalsalardı. Müntehir şairlere örnekler vereyim: Rabia Bayraktar, Can İren, Yetik Ozan, İlhami Çiçek, Soysal Ekinci, Nilgün Marmara, Hüseyin Alacatlı, Kemal Taştekin, Kaan İnce, Zafer Ekin Karabay ve Özge Dirik... Zafer Ekin adına dostları bir web alanı hazırlamış: http://www.zaferekin.net/. Allah onlara merhamet eylesin. Gerçekten çok üzücü bir durum. Zafer Ekin'in bir resmini aşağıya ekliyorum.



Artık birçok kavrama inanmıyorum.
Artık daha keskinim.
Artık daha muğlağım.
Artık daha ketumum.
Artık daha azimliyim.
Artık daha öfkeliyim.
Artık daha sessizim.
Artık daha bilinçsizim.
Artık tam anlamıyla bir yeteneğim.
Artık daha çok kendimleyim.
Artık depremler oldu dünyamda.
Artık bütün dünyamı yeniden tasarladım.
Artık her yer güllük gülistanlık.
Artık her yer yangın yeri.
Artık Araf ehlindenim.
Artık Sırat'ın üzerinde cambazlık ediyorum...



Belli bir süre yazmak istemiyorum ya... Belki bir ay, belki de sonsuza kadar... Son yazıma Necip Fazıl'dan bir şiir eklemek istiyorum. Belki tekrar yazarım, belki de bu son yazımdır. Tekrar yazamazsam, internetin tozlu raflarına kalksın yazdıklarım... Selametle...

YATTIĞIM KAYA

Bu akşam o kadar durgun ki sular
Gömül benim gibi kedere diyor.
İçimde maziden kalma duygular
Ağla geri gelmez günlere diyor.

Ey gönül, gidenden ümidini kes!
Kaçan bir hayale benziyor herkes,
Sanki kulağıma gaipten bir ses
Buluşmalar kaldı mahşere diyor.

Enginden engine koşarken rüzgâr,
Bende bir yolculuk heyecanı var...
Yattığım kayaya çarpan dalgalar
Çıkıver bir sonsuz sefere diyor.

29 Temmuz 2010

YEŞİLÇAM'IN ARKA PLANDA KALAN ÜSTATLARI

Yeşilçam'ın jönleri kim diye sorsam, eminim ki Kemal Sunal, Kadir İnanır, Halit Akçatepe, Ayhan Işık, Ediz Hun, Şener Şen, Cüneyt Akın, Kartal Tibet, Erol Taş gibi ustalar ezbere söylenecektir, ama ya arka planda kalan jönler?.. Ustalardan bahsetmek haddime değil, ama Kadir Savun, Hulusi Kentmen ve Reha Yurdakul üstatları unutmadık mı?

Kadir Savun: Erzincan'ın İliç ilçesi Erhami (Leventpınar) köyünde doğan usta bir Türk sinema oyuncusudur. Sinemaya 1940'lı yıllarda başladı. 100'ün üzerinde yapımda rol aldığı Yeşilçam'ın önde gelen karakter oyuncularından birisiydi. Sağlam, gururlu ve güvenilir karakterlerin vazgeçilmez oyuncusuydu.
(15 Ağustos 1926-10 Ekim 1995)



Hulusi Kentmen: Deniz astsubayı olarak orduda görev aldı. Emekli olduktan sonra sinema oyunculuğuna başladı. İlk oynadığı film 1940 yılında "Sürtük" oldu. Tatlı-sert ve babacan tarzı ile çoğu filmlerinde baba, komiser, bahçıvan, hakim vb. roller üstlendi, birçoğunda kendi adıyla oynadı. Kentmen, 1942-1988 yılları arasında 500'e yakın filmde rol aldı. Türk sinemasında bir klasik olan oyuncu 82 yaşında 20 Aralık 1993'te böbrek yetmezliği sonucu yaşamını yitirdi.



Reha Yurdakul: Türk sinemasında aranılan karakter oyuncularından olan Yurdakul, Karanfilli Naciye filminde yönetmenlik, Ana Hasreti, Kanlı Sevda, Kısmetin En Güzeli, Murada Ereceğiz, Ölüm Peşimizde, Yetim Ömer, Yetim Yavrular filmlerinde yapımcılık, Doktor Civanım filminde yapım sorumluluğu, Umudumuz Şaban filminde de senaristlik görevlerini üstlendi.
(Ölüm tarihi: 27 Aralık 1988 )

18 Temmuz 2010

YILLIK İZİN ZAMANIM GELDİ

Diyarbakır'dan döndüm. Diyarbakır eskiye göre daha huzurlu. Akşam saatlerinde dışarıya çıkabiliyorsunuz. İnsanlar yollarda, çay bahçelerinde, parklarda, camilerde... Artık terör bitmek zorunda. Fırsat buldukça insanlarla konuştum. Bir ticari taksi sürücüsü özetle şunları söyledi: "Terörden, kandan ve huzursuzluktan bıktık. Pkk ve derin devlet gizli dost. Her ikisi de terörün bitmesini istemiyor, ama artık insanların çoğu uyanıyor. Çanakkale'de birlikte şehit olmadık mı? Bakın Irak'a. Irak'ta Saddam'ın devrini mumla arıyorlar. Türkiye yaşanabilecek en iyi ülke. Pkk ve derin devlet, uyuşturucu, insan kaçakçılığı, petrol kaçakçılığı ve silah kaçakçılığı pastasını paylaşıyor. Kürt ve Türk milliyetçiliği hepimize zarar veriyor...". Artık Diyarbakır huzura erişmeli. Bir akşam Gazi Köşkü'ne çay içmeye gittik. Gazi Köşkü'nün birkaç resmini aşağıya ekliyorum.





Üniversite yıllarında oynadığım bir oyun vardı: WORMS... Eski dostumu bugün tekrardan hatırladım. Internetten en son sürümünün demosunu indiriyorum. Beğenirsem, satın alacağım.



İki haftalığına yıllık izne ayrılıyorum. İzinde Kahramanmaraş'a ve Kayseri'ye gitmeyi düşünüyorum. İzinden sonra mı? Gidecek çok yolum var... Beğendiğim bir sözü ekliyorum. "ARTIK GÖKTE SÜREYYA YILDIZI DOĞSA BİLE BENİM İÇİN FARKETMEZ...". Selametle...

14 Temmuz 2010

DİYARBAKIR CAHİT SITKI TARANCI MÜZESİ

Diyarbakır'dayım ve Cahit Sıtkı TARANCI'nın doğduğu evin resimlerini çektim. Büyük şairin yaşadığı ev şimdi müze olarak kullanılıyor. Fazla yorum yapmama gerek yok. Resimler aşağıda bulunmaktadır.

















2 Temmuz 2010

SABAH OLMASINA AZ KALA

Ekmek Teknesi benim için çok özel bir dizi. Nusret Baba rolünde rahmetli Savaş DİNÇEL Üstadı, Cengiz rolünde Peker AÇIKALIN'ı, Kirli rolünde Kadir ÇÖPDEMİR'i, Gamsız Celal rolünde Ahmet YENİLMEZ'i unutmak mümkün mü? Bu dizinin bütün bölümlerine sahip olmam gerekli. Dizinin yapımcı şirketi Sinegraf'a ve yapımcısı Osman SINAV'a sürekli e-posta yollayacağım ki dizinin bütün bölümlerini temin etmeme katkı sağlasınlar ve rahmetli Savaş Üstadın hatırasına saygı olaraktan, dizinin DVD'lerini satışa sunsunlar.

Resim: Nusret Baba



Resim: Kirli ve Cengiz



Resim: Necibe ve Gamsız Celal



Aksilik çıkmazsa, yarın MCSD-Microsoft Yazılım Uzmanlığı için kayıt yaptıracağım. Yazılım hakkında tek kelime bilgim yok, ama bu iktisatçının dönüşüm geçirmesi zorunlu. Umarım ki CISA-Uluslararası Bilgi Sistemleri Denetçisi için ön adım olur.



Discovery'de yayınlanan Man vs. Wild Ultimate Survival bölümlerini nasıl elde edebileceğimi bilen var mı? ABD'de satışa sunulmaktadır, ama Türkiye'ye getirme olanağım yok.

İrtibat için: mustafa.auditor@gmail.com

SİYAH BEYAZ RESİMLERDE KALAN

Benim gibi seksenliler hafızasını karıştırsın. Bir zamanlar öyle fotoğraf makineleri vardı ki sadece siyah-beyaz resim çekerlerdi. Bizim evde de bir tane vardı ve şimdi tozlu bir çekmecede sitemle ağlıyor. Şimdi ağlıyor, ama bir zamanlar çok değerliydi. Çocuktum ve merak ederdim, ama dokunamazdım kendisine. Dokunamazdım, çünkü babam yasaklamıştı. Ben ne mi yapardım? Evde kimse yokken, gizlice kendisiyle oynardım. Eski dostumuz bir canlansa ve anlatsa geçmişimi, geçmişte kalan güzellikleri ve çok uzakta kalan heyecanları... Eski dostum tarafından çekilmiş siyah-beyaz resimlerin bir kısmını taradım ve meçhul bir gelecekte, bütün resimleri taramayı düşünüyorum. Her siyah-beyaz resimde silinmez hatıralar, geri gelmeyecek mutluluklar ve sessiz gemiye binip aramızdan ayrılan canlar... Bahsettiğim resimlerden birkaç tanesini aşağıya ekleyeceğim.

Resim Bir: Babamın gençlik yılları



Babamla ilgili bir ayrıntıdan bahsetmek istiyorum. Rahmetli, çeşitli kamu kurumlarında görev almıştı ve bunlardan birisi?.. Evet, bir kamu kurumunda TEFTİŞ KURULU MÜDÜRLÜĞÜ de yapmıştı. Bir nevi meslekdaşız.

Resim İki: Bebeklik resimlerimden birisi



Resim Üç: Henüz dört veya beş yaşındaydım



Yukarıya sadece üç tane resim ekledim, ama sadece üç resimde bile milyonlarca hatıra var. Siya-beyaz resim çekilen günlere geri dönebilmek, o günleri tekrardan doya doya yaşayabilmek ve yılların katılaştırdığı kalbi yumuşatabilmek... Şimdi kalp katılaştı ve en derinlere gömüldü hatıralar... Gencim, güçlüyüm, başarılıyım, hedeflerim var, ama hayata karşı iyice bilendim, kalbim katılaştı ve birçok hissin üzerini kabuk bağladı. Şimdi çok ciddiyim, çok asık suratlıyım, çok ketumum, çok çatık çehreliyim. Siyah-beyaz resimlerde kalan hisler, hatıralar ve kurban olunası "an"lar...

29 Haziran 2010

MUTLULUK DEDİĞİN

Mutluluk dediğin şu maddelerden ibaret değil midir?

- Bergamotlu çay içmek,

- Zehir zıkkım, acı kahve yudumlamak,

- Kilometrelerce yol yürümek,

- Sabahın serinliğinde bisiklete binmek,

- Bol bol kitap okumak,

- Belgesel seyretmek,

- Sevdiğin dizi ve filmleri seyretmek,

- Nitelikli müzik dinlemek,

- İşinde başarılı olmak,

- Yabancı dil öğrenmek,

- Kişisel gelişimini arttırmak,

- Güzel giyinmek,

- Gemi yolculuğuna katılmak,

- Doğduğun şehri ziyaret etmek,

- Bebekleri ve çocukları sevmek,

- Tatil gecelerinde geç uyumak,

- Bilgisayar kullanmak,

- Internette dolaşmak,

- Pazar günleri gazete keyfi yapmak,

- Vicdanlı olmak,

- Seni yaratana inanmak,

- Ilık suyla duş almak,

- Çiçek büyütmek,

- Bazen susmak ve bazen konuşmak...

Sağlıklıysan ve gücün yerindeyse, yılgınlıktan uzak dur ve her yeni güne umutla başla. Unutma ki sen bir yolcusun ve yol senin, umut senin, irade senin. İşte, yeniden diril ve hayata merhaba de.



Süleyman DEMİREL'den alıntılarla bu yazı bitsin:

1) Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl değildir.

2) Ecevit Anadolu çocuğu, Erbakan İslamcıların çocuğu da biz o..... çocuğu muyuz?

3) Enflasyon düşüyor, domatesten ve biberden buluyorlar. Çıkıyor benden buluyorlar.

4) Türkiye'de petrol vardı da, tankerlerin hortumuna ağzını dayayarak Nazmiye mi içti?

27 Haziran 2010

SEYAHAT ETMEK İSTİYORUM

Ziya Paşa, şüphesiz yanılgıya düşerekten, ne demişti? Aşağıda:
"Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm"
. Ziya Paşa yanılmıştı; çünkü Batılı ülkelerin saldırıları sonucunda Osmanlı yorgun düşmüştü ve kendini toplayamamıştı. Tarih konularını burada bırakalım ve asıl konuya gelelim: SEYAHAT ETMEK İSTİYORUM... Seyahat, ama nasıl bir seyahat mı? Bavulumu toplamak ve en az 6 ay sürecek bir seyahata katılmak istiyorum. Hangi ülkelere mi? Sıcağın hüküm süremediği, güneşin aylarca doğmadığı İskandinav ülkelerine ve Rusya'nın Sibirya bölgesine... Seyahat mümkün olduğunca gemi yolculuğu şeklinde geçmeli ve fırsat buldukça da İskandinav ülkelerinde ve Sibirya'da konaklamalı... Sıcak bölgeleri sevmiyorum. Lapa lapa yağan kar ve karlı geceler beni mutlu ediyor. Aşağıdaki resim Norveç'te çekilmiş. Sanki cennetten bir köşe. Resmin çekildiği yerde olacaksınız ve sımsıcak kahvenizi yudumlayacaksınız. Gürültü yok, kalabalık yok, çirkin sesler ve insanlar yok.



Kuzey Işıkları'nı duymayan yoktur. Geçenlerde bir belgeselde izledim ve inanılmaz duygulara büründüm. Kuzey Işıkları gerçekten mucize ve bu mucizeyi canlı olarak gören gözlere ne mutlu. Aşağıya eklediğim Kuzey Işığı resimleri insanı nasıl da cezbediyor. Resimlere aldanmayın. Kuzey Işıkları'nın video görüntüsünü izlemelisiniz ve ışık oyunlarını görünce şaşırıp kalmalısınız.





Rusya'yı da dolaşmak istediğimi belirtmiştim. Rusya'da özellikle bir şehri görmeyi çok istiyorum. Hangi şehir mi? SAINT PETERSBURG... Peki hangi mevsimde? Elbette kış mevsiminde... Aşağıya ise günlük güneşlik Saint Petersburg resimleri ekliyorum. Neden mi? Bizzat kendim Saint Petersburg'a ait kış resimlerini çekmek istiyorum. Nasip olur mu, bilemem.





Bu yazıya bir tane resim daha ekleyeceğim ve yazıyı bitireceğim. Ekleyeceğim resim beni geçmişe, yıl 1995'e götürüyor. Kayseri Erciyes Dağı'na çıkmıştık ve saatlerce kızakla kaymıştık. Ama hava nasıl soğuktu, anlatamam. Zaten resme baktığınızda, kar tipisinden dolayı gözümü açmakta zorlandığımı göreceksiniz. İnsan bu, ömür hızla akıyor. Aradan 15 yıl geçmiş. Ah, Kayseri'de geçen ilk gençlik yıllarım ne güzeldi...

Resim: Erciyes Dağı'nda biz ve yıl 1995. Ben mi? Sağda ayakta duran, gözlerini açmakta bile zorluk çeken genç...