11 Ağustos 2014

YAŞARSIN veya ÖLÜRSÜN

Şu dünyada en zor şeylerden biri nedir, söylememi ister misiniz? Araf'ta yaşamak. Şu dünyada ya yaşarsın ya ölürsün, ötesi yok! Dini boyutu çıkartırsak; yaşayamıyorsan, ölmelisin. İntihardan bahsetmiyorum. Yaşamak ve ölmek nedir? Yaşamak demek huzur demektir, kafanın içinde milyon tane soru işaretinin çarpışmaması demektir. Ölmek mi? Derin bir nefes çekişi ve sürekli uyuma isteği.

Yaşıyorsan... İçinde milyon tane eksiklik, pişmanlık, çaresizlik yoktur. Sabahları gülerek uyanırsın ve uyandığında da başın ağrımaz. Tek kaldığında da çıldırmaya ramak kalmaz. Ve en önemlisi de "iki günün birbirine eşit değildir".

Ölmüşsen... Sahip olamadıkların kalbini sıkar da sıkar. Uyuyamazsın yada uyanmak istemezsin. Ve dua ile isyan arasında haykırırsın ki Azrail gelsin yanına...

Peki yaşamak mı güzel ölmek mi? Elbette yaşamak, ama insan gibi... Tekrardan belirteyim, mutedil bir hayattan bahsediyorum ve dini boyutu bu yazıda kullanmıyorum. Yaşıyorsan, elin tutuyorsa, bir bardak soğuk suyu kana kana içiyorsan, sıcacık kahveni yudumlayabiliyorsan... Ama ölüysen?.. Uyanmak istemediğinde, yataktan çıkmaktan nefret ettiğinde, sabaha kadar vaktini saçma sapan şeylerle harcadığında... Mesela iş ararken ölmüştüm ben. Askerden gelince, yaklaşık 8 ay işsiz dolaştım. İşsiz derken, istediğim iş olmayınca... O kadar çok iş reddettim ki... Ama ölüydüm ben! Sabaha kadar bilgisayar başında otururdum... Kariyer sitelerine saatlerce göz atar, Facebook'ta bana bir mesaj gelecek diye umutla bekler... Mesaj derken, çalışan bir arkadaşın hatırımı sorması... Güneş doğduktan sonra uyurdum işte. Öğleye doğru kahvaltı için kalkardım. Ve daha sonra, annem evden giderse... Hemen yatağa atardım kendimi, dizlerimi karnıma yaklaştırır ve uyurdum. Uyuyana kadar da haykırırdım. Evet, güzel bir iş bulana kadar ölüydüm ben. Ve öyle bir ölü ki ne ziyarete geleni var, ne de dua okuyanı... Neyse, işe girdikten sonra ruhum bedenime tekrardan döndü.

Ve ben yaşamak istiyorum. Gerçek anlamda ölmeden önce, yaşamak istiyorum doya doya. Huzursuzluk, saçma sapan hadiselere göğüs germe ve can sıkıntısı istemiyorum. Son söz: İnsanı kahır öldürür. Vesselam.

9 Temmuz 2014

HOBY DEDİĞİN NASIL OLMALI?

Yabancı kökenli ve eğreti bir kelime "Hoby", ama gecenin şu saatinde ikamesini bulamadım. Mazur görün!

İnsanlara hoby'lerin nedir diye sorulduğunda, alınan yanıtlar aşağı yukarı belli: Yürümek, kitap okumak, bilgisayar kullanmak vs... Yurdum insanı çok mütevazi hoby'lere sahip, zira hoby dediğiniz para ile +1 korelasyon katsayısına sahip.

Yeterli param ve zamanım ve cesaretim olsa, bence şunlar hoby:

1) Bol bol yurtdışına gideceksin. Özellikle gemiyle... Hanımla konuştuk ve nasip olursa, ileriki yaşlarda gemiyle dünya turu istiyoruz, ama keşke genç yaşlarda mümkün olabilse. Ama çok zor... Atlayacaksın gemiye ve okyanuslara açılacaksın. Birkaç ay sürecek bir gemi yolculuğu ve dünyanın farklı yerlerine günlük ziyaretleri de içerecek. Mesela İskandinav ülkelerinde Kuzey Işıkları'nı seyredeceksin, İzlanda'da muhteşem sıcak su kaynaklarını gözünle göreceksin, İtalya'da Venedik'te kanallarda sakince tekneyle dolaşacaksın, Mısır'da ukala Firavun eserlerini göreceksin, Saint Petersburg'ta akşam kahvesi içeceksin vs..

2) Doğa yürüyüşüne katılacaksın ve küçük çadırını kurup, dağın başında sabahlayacaksın. Elbette tek kişi olmaz! Kalabalık bir insan topluluğu... Yoksa gecenin karanlığında dışarda bir ses duysan veya kurtlar ulusa, ister istemez insan ürperir. "Doğada Tek Başına" ve "Ultimate Survival" beni tahrik edip duruyor. Bu hoby inşallah 40'lı yaşların başında gerçek olacak.

3) Belki garip gelecek, ama paten kaymayı çok isterdim. Bir belgesel seyretmiştim. AB ülkesinin birinde, insanlar patenle işe gidiyor. Trafik derdi yok, bisikletin sınırlamaları yok vs... Üfül üfül hava, hız, cesaret vs.. İnsanlar işe gelince, duşlarını alıyorlar ve takım elbiselerini giyip, işe başlıyorlar. Benim ülkemde mümkün mü? Pek de değil! En başta, birsürü insan laf atıp, sinirlerinizi felç edebilir. Sonra, köpekler peşinizden koşup, havlayabilir. Ve mizahı bırakalım, yollarımız müsait değil. Kaldırımlar da aynı şekilde... Yolda devam etseniz, sadist ruhlu sürücüler sizi korneyle taciz edecektir. Ama keşke mümkün olsa... Bisiklete göre daha özgür, zira bisiklete göre manevra yeteneği daha fazla.

4) Maket gemi yapabilmek... İşte bu mümkün! Masamın bir köşesinde malzemelerim olsun ve kendi küçük gemimi yavaş yavaş yapayım. Mümkün, ama sabitlenmem gerek. En başta, bir kursa gitmeliyim. Bu hoby umarım ki çok fazla vakit geçmeden gerçek olacak.

5) Yamaç paraşütü... Kanatlarımın olmasını çok isterdim, ama madem kuş olamadım:) E o zaman, yamaş paraşütü ne güne duruyor?

6) Teleskopla uzayı incelemek. İyi bir teleskop satın almak istiyorum. Elbette Hubble olamayacak, ama en azından yıldız kümelerini vs. seyredebilmek istiyorum.

Umarım ki yeterli param, zamanım ve cesaretim olur ve hoby'lerim hayallerimde kalmaz.

İKİ VEDAT VARMIŞ

Tevafuk mu dersiniz, tesadüf mü dersiniz, bilemiyorum.

Ama bence Allah'tan gelen bir tevafuk!

Temmuz 3'te oğlumuz Vedat Musab 1 yaşını doldurdu ve Temmuz 5'te olişin dedesi, yani babamın ölüm yıldönümü... Yani Allah bir Vedat'ı aldı ve yerine bir Vedat'ı verdi.

Rabbim, hikmetinden sual olunmuyor.

Ve diğer tevafuk!.. Oğlumla aramdaki yaş farkı babamla aramdaki yaş farkıyla aynı... Bu da ilginç bir tevafuk.

Bu iki tevafuku açıklamak cidden zor.

Baba, artık oğlun da bir baba oldu ve oğluna senin adını verdi. Sen aramızdan 1993'te ayrıldın ve 2013'te senin adını taşıyan torunun doğdu. Sisler arasında kalsan bile, hatıran kalpte... Yazılacak çok şey var, ama paylaşmak istemiyorum daha fazla. Rahat uyu!

19 Şubat 2014

HER ŞEY UNUTULUR

İnsan bu, her şeyi unutur ve yeniden başlar her şeye. Gaflet mi, rahmet mi unutmak?.. Geriye ne kendisi kalır, ne de sahip oldukları...

Facebook üzerinden yazmaya devam ediyordum. Burayı çok ihmal ettim, çok... İnşallah burada yazmaya devam edeceğim. Tek sorunum var: Henüz yedekleme yapmadım... Facebook yazılarımı da buraya aktarmalıyım.

Zaman dar, kısıtlı... Ömür dediğinse bir rüya... Geride kalan yazdıklarındır. Mahlasla yazmayı da bırakmam lazım...

Çok hamdım, Allah kavrulmamı diledi ve yandım cehennemlerde. Rabbim, acizim ve isyan etmek istemiyorum. Beni bela ile imtihan etme, zira çok acizim. Güzellikle imtihan et ve başarılı kıl lütfen... Ve yaşadıklarımı yazıya dökmem için bana fikir ve güç ver Rabbim... Yazmak ne hoş bir meşgale...

Öğle yemeğinden geldim ve başım çok ağrıyor. Allah aşkına, eski baş ağrılarım mı nüksediyor? Yazık... İmtihan içinde imtihan ve başarısız bir talebe... Rabbim, talip olmadım bu yüke. Zira ben zayıfım ve nefsim beni ezer.

Kariyer her şey değil, ama sevdiğin işi yapmak çok şey... Sürükleniyorum farklı mecralara. Dur be kaderim, biraz da benim fikrimi sor! Denetimden şube pazarlamaya sürüklenmek garip bir his... Naçar... Yoruldum artık şehir şehir dolaşmaktan ve otel odalarında çıldırmaktan. Bankacılığın çıkmazı belli: Pazarlama yapmazsan, yollar kapalı işte! Ya da pılını pırtını toplayıp ayrılacaksın bankacılıktan.

Oğlum, babanın kafası çok dolu ve karışık. Senin hürmetine, Rabbim gönlümden geçenleri nasip etsin inşallah...

Uykusuzluk, baş ağrısı, can sıkıntısı ve kalpte bir bunaltı... Bugün iyi değilim. Haykırsam... Çözüm olmaz ki... Uyumak, uyumak ve belki de hiç uyanmadan uyumak...

Kahve geldi. Acı, şekersiz ve tatsız... Hayat acı mı peki? Aslında değil... İsteklerimiz sınırsız ve insan arsız. Orada ölüm beni bekliyor ve dünya hayatı boş bir eğlence, ama manevi hayatıma hiç dikkat etmiyorum her ne hikmetse! "Bile bile lades" bu değil midir? İnsanız ve gönül ister çoğu şeyi. Az biraz Rabbimizi hatırlasak ve hayatımıza denge kazandırsak... Heyhat...

Yirmi Şubat sabahı... Yolculuk var yine. Bilet aldım. Dolaş dolaş, nereye kadar? Bir faydası da yok. Aldığım harcırah var ya, birçok insanın bir gecede gözünü kırpmadan harcayacağı kadar... Tek kârım: Yorgunluk... Denetimmiş, şubenin çok mu umurunda sanki? Şube kâr sağlıyorsa, gerisi boş... Ve bankacılıkta otomasyon çok fazla ve insanların bir hükmü yok gibi. Kendini anlı şanlı bir Maliye Müfettişi gibi hisseden arkadaşları görünce...

Maliye Müfettişi dedim ya, Vergi Müfettişi olmak hayalimdi, ama şu garibanlık var ya... Kimsesizim ve delicesine mücadele ediyorum. Hangi mülakatta, hangi referansı kullanacağım ki... Dün Çukurova Kalkınma Ajansı hakkında konuşuyorduk. Şartlarından bahsettim. Duyan birisi hemen telefona sarıldı ve nüfuz sahibi babasını aradı. Neymiş, kalkınma ajansı için tanıdıkları çokmuş... Dün laikler kadrolaştı, bugün Siyasal İslamcılar... Bense derinden derine haykırıyorum, ama ne duyan var ne de dinleyen. Boğuluyorum Allah'ım! Bu garibanlık boğuyor beni. Sürekli hayallerim ve umutlarım... Hiçbiri gerçek olmadıktan sonra, hayal kurmak -en basit anlatımla- safça ve hatta aptalca! Doğuştan yaftalamışım işte! Umut denizinde aptalca kulaç atmak mı azim, erdem ve haysiyet? Baba, sen bilinmez bir yere gittikten sonra çok gariban kaldım, çok... Halbuki sen ne çok kişinin yüzünü güldürmüştün! Dün sana gelenler var ya, çoğu muktedir... Ama bense tek başıma mücadeledeyim heyhat... Artık durulmak ve hayallerimin gerçek olduğunu görmek istiyorum.

Umutsuz değilim, haksızlıklara isyan ediyorum ve çözüm istiyorum. Affedersiniz, ama köşe başlarında yığınla it ve çevrelerinde bir sürü şakşakçı dalkavuklar... Allah'ım, aklıma ve kalbime sen sahip çık. Allah demez mi peki kendisi için hiçbir şey yapmadığımı? Ama olsun, sultana sultanlık ve gedaya da gedalık yaraşır.

Düttürü dünya... Yirmi bir Şubat sabahı... Acı kahve içtim. Keyif değil, uykusuzluğu bastırma. Kanatlanalı çok olmuş ve her an nihayete erebilir, ama uzayda boşlukta uçar gibi... Yani gören de yok, soran da... Kozanın her zerresinde emek, sabır, hayret, hicran be fedakarlık... Heyhat, kozadan çıkalı çok olmuş, ama kime ne? Öte yandan, tıfıl bir tırtıl acemice koza örmeye heveslenir. Tören alayı eksik sadece... Ve öfkelensen ve haykırsan, kim duyacak ve dönüp bakacak? Gitsen de hiçbir şey fark etmeyecek! Yağma sofrasında zevkten dört köşe olanlar, şu Cuma sabahı her türlü bedduayı hak ediyorsunuz aslında!

Cuma gecesi... Uyanığım. YDS çalışmaya çalışıyorum. Uykusuzum aslında. Uykumu ne zaman aldım ki ben? Sürekli uykusuzluk... Şöyle bir yatsam, yün yorgana sarılsam ve dalana kadar kısık sesle şarkılar... Mesela Erol Evgin, Tanju Okan veya Yıldırım Gürses... Sonra dalsam hissizce ve rüya bile görmesem... Asgari on saat uyusam, olmaz mı? Bu yazıyı bitirmek istiyorum. Vaktim çok az... Vesselam.