28 Mart 2010

FİKİR HAMURU

Aytaç DURAK görevden alınmış. Hayret, oturduğu koltuğa çiviyle çakılmamış mıydı? Görevden alan Sayın Bakanı kutlamam mı gerek? Sorarlar ve yanıt talep ederler: "Sayın Bakan, sizin partinizden de belediye başkanı olmamış mıydı Aytaç DURAK?..". Siyaset böyle işte. Bu millete bir tane SÜLÜ yetmez ki... Bir Sülü gider, diğer Sülü gelir... Bir Aytaç DURAK gider, bin Aytaç DURAK gelir... Bunları yazıyorum diye sakın beni bir partinin taraftarı sanmayın! BÜTÜN SİYASİ PARTİLER AYNIDIR. Muhalefetteyken ideolojik ahkam keserler, ama iktidara gelince de cep doldurma dönemi başlar. BÜTÜN SİYASİ PARTİLER AYNIDIR ve SADECE MENFAATLER İÇİN VARDIRLAR. Siyaset yapmaya karşıyım ve asla ideolojik bir insan değilim, ama Süleyman DEMİREL'e hayran olmamak elde değildir. Kendisine kızsak da, kahretsek de, kıvraklığının ve kurnazlığının hakkını vermemiz gerekir. Geçmişte elde ettiği muazzam siyasi başarılarla yetinmiyor. Bir ayağı çukurda, ama eminim ki fırsat kolluyor. Bu millete milyon tane DEMİREL gerekli:)Konu dağıldı, ama Aytaç DURAK için soruşturma yürüten Mülkiye Müfettişi Üstatları da mı kutlamak gerek? Hayır, sayın müfettişlere üstat demiyeceğim. Sorarlar: "Sayın müfettişler, bu zamana kadar nerelerde tatil yapıyordunuz?". Neyse, kurnazlığın simgesi Demirel'in bir resmini aşağıya ekliyorum. Belki özleyen vardır.



"Turan İslam" davası hakkında fikirlerimi soranlar oldu. Bu blog'ta siyasete girmek istemiyorum, ama "Turan İslam"ı pek mümkün göremiyorum. Çok geniş bir alana yayılmış Türk toplulukları, farklı devletler, farklı şiveler ve en önemlisi iktisadi/siyasi zayıflıklar... İsmail GASPIRALI'yı bilen var mı? Bilmiyorsanız, biraz araştıralım. Üstat ne demişti: " Dilde, fikirde, işte birlik!". Turan güzel bir hayal, ama hayallerle vakit kaybedemeyiz. Somut adımlar atmalıyız. Örnek: "Doğu Türkistan Uygur için Türkiye neler yapabilir?" sorusuna yanıt arayabiliriz. İsmail GASPIRALI'dan bahsetmiştim. Gaspıralı'yı daha yakından sağlamamıza yardım edebilecek güzel bir kitap yayınlanmış. Ben de alıp okuyacağım. Sanmayın ki "Turan" davasına laf atıyorum. Hayır, büyük hayallerle uğraşmak yerine somut adımlar atmamız gerektiğini düşünüyorum. Doğu Türkistan, Kafkasya gibi konulara çözüm aramalıyız, derim. Başka bir amacım yoktur.



Bu da Gaspıralı'nın resmidir:



Mustafa KARADENİZ'in "Şaka Şaka" programını seyreden var mı? Düzenli seyretmiyorum, ama bugün denk geldi. Internetten oldukça neşeli şakalarını indiriyorum. Kendisi gerçek anlamda bir güldürü ustası. Şakalarını zevkle seyrediyorum. Gülüşüm tam anlamıyla yarım da olsa, tebessüm etmeme ve kısık seslerle gülmeme neden oluyor.




Can sıkıntısı yine beni ziyaret etti. Zaten çok arsız bir konuk, çünkü hemen her gün beni ziyaret ediyor. Can sıkıntısından kurtulmamı sağlayacak ilaçları biliyorum, ama eczaneler öyle uzakta ki veya bana öyle uzak gözüküyor ki... Bu can sıkıntısı tam bir hastalıktır, çünkü insanı kendi çamurunda boğar. Bu arsız konuktan kurtulmak istiyorum ve zaman zaman kurtulabildiğim oldu, ama yine benim yanımda. Yan etkileri çok iğrenç can sıkıntısının. Yan etkileri mi? Evet, huzursuzluk ve baş ağrısı... Artık bu iğrenç konuktan sonsuza dek kurtulmak istiyorum. Ya ben bu can sıkıntısı illetinden kurtulacağım, ya da beynim patlayacak ve her yer vıcık vıcık beyin olacak.

27 Mart 2010

CUMARTESİ AHVALİM

Bugün öğleye doğru uyandım; çünkü bu sıralar yalnız kalıyorum. Yaklaşık bir hafta daha yalnız kalacağım. Evde tek olunca, uyandıran olmuyor. Uyandıktan sonra canım kahvaltı istemedi. Biraz börek ısıttım ve beş dakika kadar süren kahvaltı yaptım. Dışarda güneşli bir hava var, ama hava kararmadan dışarıya çıkmak istemiyorum. Televizyonu açtım ve açtığıma pişman oldum. Internetten film ve dizi indiriyorum. ( Yasal ve parayla... ). Kendime film ve dizi arşivi oluşturmaya çalışıyorum bu sıralar. Arşivi sürekli yanımda taşımak istiyorum, ama 250 GB'lık taşınabilir bellek yetmiyor artık bana. Fiyatları düşsün de, 2000 GB'lık taşınabilir bellek almak istiyorum. Konuyu dağıttım yine. Akşama kadar internette takılmak istiyorum. Derli toplu bir insanım, ama yatağımı kapamadım ve birkaç parça bulaşığı da yıkamadım. Bugün tembellik yapmak istiyorum. Çok düzenli olunca madalya mı takıyorlar. Hayır, bugüne kadar madalya kazanmadım. Uyandığımdan beri çay içip duruyorum. Ben öyle her çayı beğenmem. Bergamotlu çay her zaman tercihimdir. Şimdi dinlediğim şarkılar da ne güzel şarkılar be. İlhan İREM ve Tanju OKAN... "IMDB Top 250" listesini bilmeyen yoktur herhalde. Güvendiğim bir liste ve bu listeye göre film arşivi oluşturacağım. İnsanın kendine ait film ve dizi arşivi olması çok güzel. Hele kitap okumayı da seviyorsanız ve film/dizi arşiviniz nitelikliyse... Bu hafta canım sıkıldığında ne mi yaptım? Avrupa Yakası seyrettim. Konular arasında bağlantı yok, ama zihnimde 50232 tane konu var. Tamam, çok zekiyim ve aynı anda 50232 konu hakkında düşünebilirm, ama beyin çorbası çok lezzetli bir yemek değil. Kimseye beyin çorbası tavsiye de etmem. Akşama kadar internette takılacağım. Sonra ne mi yapacağım? Duşumu alıp dışarı çıkacağım. Ne yazık ki hafta sonları yalnız dolaşmak zorundayım. Perşembe akşamı iş arkadaşlarımla yemeğe gittik, ama hafta sonları bütün arkadaşlarım dolu. Neden mi? Hepsi evli veya nişanlı. Bu nedenden dolayı hafta sonları bana zaman ayırabilecek bir tane arkadaşım yok da yok. Gülünç bir durum, ama yaşadığım ilde ikamet eden bütün arkadaşlarım evli veya nişanlı. Neyse, konuyu yine dağıttım. Akşam dışarı çıkacağım ve birkaç saat yürüyeceğim. Yürüyeceğim; çünkü tek başıma sinemaya gitmekten, bir cafede sıcak bir şeyler içmekten hoşlanmıyorum. İşin doğrusu yalnızlıktan nefret eden bir insanım. Birkaç saat yürüyeceğim ve kendime bir şeyler alacağım. Canım sıkıldığı zaman para harcıyorum ve kendime bir şeyler alıyorum. Elbise dolabıma bir baksanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Henüz hiç giymediğim kazaklarım, takım elbiselerim ve ayakkabılarım ellerinizden öper. Müsrif değilim ve baba parası harcamıyorum. Kendi emeğimle kazandığım paradan harcıyorum. Bugün kravatlara bakmayı düşünüyorum. Aslında siyah takım elbise alacaktım, ama başka güne bıraktım. Bugün sadece kravat almayı düşünüyorum. Tüketim toplumu ve ben. Canım sıkıldıkça para harcıyorum ve ben harcadıkça ülkem kalkınıyor. Tekrar eve gelince ne mi yapacağım. Aynı devran, aynı seyran... Bugün kendimle geyik yapacağım.



Mevsimlerden bahar ve kış çok çabuk geride kaldı. Nisan ayı geliyor ve Nisan yağmurları başlayacak. En çok hangi havayı mı severim? Ilık bahar ikindilerine bayılırım, ama karlı havaları da severim. Gerçi yıllardır kar görmem ve soğuğa çok fazla tahammül edemem, ama karlı havaları garip bir şekilde severim. Liseyi Kayseri Talas Lisesi'nde okudum. Ah, ne kadar geride kalmış lise yıllarım. Bilirsiniz, Kayseri karlı bir memlekettir. Sabahları okula giderken karları tepelemek ve tenefüslerde çocuk gibi kar topu oynamak ne güzeldi. Talas Lisesi'nin cıvıl cıvıl bahçesi, "Yektane" lakaplı ben ve nice hatıralar... Çok sevdiğim Talas'a ait birkaç resmi aşağıya ekliyorum.

Resim 1: Oturduğumuz evin de olduğu cadde. Resimde gözüken apartmanlardan birinde yaşıyorduk.



Resim 2: Talas karsız düşünülebilir mi? Düşünülemez. Talas'a ait bir kış manzarası aşağıda bulunmaktadır.



Bahçe işleriyle uğraşmak istiyorum. Çocukluğumun geçtiği evin çok güzel bir bahçesi vardı. Oldukça büyük bir bahçeydi. Meyve ağaçları, çam ağaçları, zeytin ağaçları, türlü çiçekler ve geniş oyun alanı...Artık bir apartman dairesinde yaşıyorum, ama bahçeli eve olan özlemim inanılmazdır. Çok değil, elli metrekare bahçeye bile razıyım, ama pek umudum yok bu konuda. Tamam, güzel bir işim var ve Türkiye ortalamasının üzerinde maaşım var ve inşallah ileride çok daha fazla kazanacağım, ama bahçeli ev alabilecek kadar para biriktirebileceğime inanmıyorum. Olsun, en azından bahçeli evde yaşamanın zevkini çocukken tadabildim. Çocukluğumun geçtiği evin bahçesinde çekilmiş bir resmi aşağıya ekliyorum. Beş yaşındaydım ve babam tarafından çekilen bir resim. Evet, sadece beş yaşındaydım.



Pazar günü için bir plan yaptım ve galiba bu plana bağlı kalmak istiyorum. Saat 11'de uyanmalıyım, kalkıp kaynar suyla duş almalıyım, kendime mükellef bir kahvaltı hazırlamalıyım ve daha sonra dışarı çıkmalıyım. Dışarı, ama mecburen yalnız...Kendime güzel giysiler almak istiyorum. Güzel giyinmeyi seviyorum işte. Yine masraf olacak, ama annem evde yokken alış veriş yapmam daha doğru; çünkü anneme göre çok müsrifim ve evlenme vakti gelmiş bir adamın tasarruflu olması gerek. Ne zaman para harcasam, müsrif değilim ya, annem şöyle söylenir: "Oğlum, artık evlenmen gerek. Parana sahip çıksana. Evlendiğinde çok masraf olacak vb.". Annem böyle söylenir ve her seferinde ben itiraz ederim: "Ya anne, hani gökten kız mı yağıyor?". Evet, ailem ve akrabalarım neden evlenmediğimi sorguluyor, ama şu konuyu açıklığa kavuşturmakta fayda var: Gökten kız yağmıyor ki. Diyeceksiniz: "Şaşkın, kızları gökte değil yerde arasana!". Tamam, kızlar da erkekler gibi yerde yaşıyor, ama ne yazık ki kızların çoğunun aklı havada. Ben bir erkek olarak ne mi arıyorum? Yazayım: Sevgi, sevgi, sevgi, sadakat ve dürüstlük. Milyon tane özellik aramıyorum bir kızda. Ama kızların kriteri o kadar fazla ki...Kızlara ve kendime olan inancı kaybetmeye yakın bir noktadayım, ama elimden gelen bir şey yok ki. İnsanlar bana baskı yapıp durmasınlar artık. Kimi görsem, soruyor: "Askerliğini bitirdin ve işin var. Neden evlenmiyorsun?". Bu soruyu soran herkese kıl oluyorum. Tertemiz bir ruha sahip bir melekle evlenmeyi elbette isterim, ama melekler ya bana gözükmemek için karar aldılar, ya da ben göremiyorum. Vesselam.

SOSYOLOJİK GERÇEKMİŞ

Bana yapılan eleştirler üzerine açıklama yapmak zorunda kalıyorum. Efendim, yazdıklarımda neden ülke gerçekleri yokmuş, cemiyeti ilgilendiren konulara vb neden değinmiyormuşum da... Ya, ben zaten şu ülkenin haline bakarken yananlardan, kendini tüketenlerden biri değil miyim? Kendimi bildim bileli ülkem için, insanım için tasalandım ve üzüldüm, ama artık inanmıyorum çoğu şeye. Bu cemiyet adam olmaz, benim insanım haysiyetli yaşayamaz. Delil mi istiyorsunuz? Şu ülkede günde kaç cinayet işleniyor, rüşvet pastasının büyüklüğü nedir ve kamu görevlilerinin yüzde kaçı rüşvet alıyor, polise intikal edemeyen tecavüz vakaları ne kadardır, kaç bin tane asker genliğinin baharında şehit edilmiştir, bunları anlatın bana. Şu ülkenin çoğu yerinde belli bir saatten sonra dışarı çıkamazsınız; çünkü canınızı veya malınızı alırlar. Şu ülkede kaç milyon katil, hırsız, rüşvet alan, dalkavuk, hain, tecavüzcü vardır, söyleyin bana. İşte, kokuşmuş bir toplum ve sosyolojik gerçeklerden nefret eden ben...



İnsani değerlerinden kopuk, sevginin değerini bilemeyen, menfaati için yalan söyleyen, temiz görünümlü olmasına rağmen şeytanla arkadaş olan, kalp kırmaktan çekinmeyen bütün insanlardan nefret ediyorum. Ya bu toplum adam olacak, ya da bu nefret beni yakacak. Ama bilirim ki hainler, vatan hainleri, hırsızlar, adiler ve yalancılar bu ülkeden ve bu dünyadan asla ayrılmayacaklar. Evet, bu nefret korkarım ki beni yakacak. Peki, ben bu dünyaya yanmaya mı geldim? Hayır, milyon defa hayır. Adi insanların yükünü sırtımda taşımak istemiyorum. Ama bizi hamal yaptılar. Pislikler, hainler, vatan hainleri, şerefsizler huzurla nefes alır, ama nice yürekse yanar, kendini yakar. Hainlerden nefret ediyorum, ama nefretimin beni yakmasını da istemiyorum. Sessizliğe bürünmeye ve kendi evimi temiz tutmaya karar verdim. Bu doğru mu? Hayır, asla doğru değil; çünkü sadece kendi çevresini aydınlatan bir mum gibiyim. Önemli olan güneş gibi olabilmek ve nice çehreleri aydınlatabilmek, ama artık dayanamıyorum, sabredemiyorum. Demek ki irademin hakkını veremiyorum, ama cemiyetin yüklerinin sırtıma yüklenmesinden bıktım, usandım. İçimden ne mi geçiyor? Bütün hainleri, vatan hainlerini, hırsızları, rüşvet alanları ve verenleri, katilleri, tecavüzcüleri, şerefsizleri şu ülkeden kovmak... Mümkün mü? Hayır, değil. Elimden gelen budur. Kendi evimi süpürüyorum ve sadece kendi çevresini aydınlatan bir mum gibiyim.

Bu toplum hiç mi adam olmayacak? Evet, bu cemiyet adam olmayacak. Neden mi? İnsanların kalbinden vicdan duygusunu alırsanız, eğitim sisteminiz yüreklere inemezse, devletiniz adaleti sağlayamazsa, adalet sisteminiz salt cezaya yönelmişse ve suçluların vicdan kazanmasını amaçlamazsa, insanların zihninde ölüm ve hesap günü kavramları yoksa; nasıl olacak da ıslah edeceksiniz bu toplumu, bilmiyorum. Bu konu hakkında fikrim çok kanıyor, ama yaftalanmak istemiyorum. Vatan hainleri kollarını sallayaraktan sokaklarda dolaşır, ama fikrim biraz sivrilse ve bir yerlere laf sokmaya başlasam, emin olun ki peşime hafiye takarlar. Vesselam.

25 Mart 2010

FİKRİMDEN KANAYANLAR -2-

Sabah kaynar suyla duş aldım. Bahar geldi ve havalar oldukça sıcak, ama sıcak suyla yıkanma huyumu bırakamıyorum. Bu nedenden dolayı birçok hücremi öldürdüğümü ve kalp krizi ihtimalini arttırdığımı biliyorum, ama huylu huyundan kopamıyor. Sıcak suyla yıkanmaktan hoşlanan insan hamam sefasından hoşlanmaz mı? Hoşlanır, ama erbabı değildir. Askerliğimi Ağrı'nın Eleşkirt ilçesinde yapmıştım. Kış dönemi askere gitmiştim. Bölükteki kısa dönem askerlerin çarşı izinleri hafta içi bir güne denk geliyordu. Bölükte ben dahil beş tane kısa dönem poşet vardı:)Eleşkirt'in dondurucu soğuğunda dışarıya çıkardık ve genellikle hamamın yolunu bulurduk. Düşünün, dışarda dondurucu bir soğuk var, ama siz sıcacık bir hamamda yıkanıyorsunuz. Sabahın ilk saatleri olduğu için bizden başka hamamda kimse olmazdı. İşte, bu bahsettiğim hatıralar 2007 yılının ilk aylarına ait. İnsan bu, ömür hızla akıp geçiyor.

Son zamanlarda gündemde olan ve farklı çevrelerde tartışılan bir konu hakkında fikirlerimi belirtmek istiyorum. Ülkesinden uzakta ölen ve gurbette defnedilen veya ülkesinde ölmesine rağmen mezarı bilinmeyen sanatçılar ve fikir adamları hakkında... Aklıma ilk olarak üç kişi geliyor: Ahmet KAYA, Nazım HİKMET ve Said NURSİ. Elbette bu sayıyı çoğaltmak mümkün; çünkü bu ülke fikir ve özgürlük düşmanıdır. Eline silah almayan ve ülkeyi bölmeyi düşünmeyen herkes kardeşimdir. Gurbette defnedilen veya ülkesinde defnedilmesine rağmen mezarı bilinmeyen insanlara yapılan haksızlığı telafi etmek için daha ne bekliyoruz, bilmiyorum.

Mega Hafıza'dan İngilizce seti siparişi verdim. TOEFL kursunu elimde olamayan sebeplerden dolayı bıraktım ve yaklaşık 2000 TL zarara uğradım, ama TOEFL hedefimi bırakmadım. Hayatımın her anı böyle... Bin defa tökezlerim, kader tarafından gelen tokatlara maruz kalırım, ama asla mücadele etmeyi bırakmam. Sırça köşkünde yaşadığı halde hiçbir başarı elde edemeyen sefilller utansın. Ömrüm olursa, hedeflerim büyük ve hedeflerimi elde edeceğime inanıyorum. Gün gelecek ve ben bir holdingin İç Denetim Başkanı ( Chief Audit Executive ) olacağım inşallah. Ama keşke mücadelemde yalnız olmasam ve bütün dünyaya tek başıma meydan okumasam... Bin tane cephede mücadele etmek yorucu ve ister istemez bazı cephelerde açıklar oluşuyor. İnatla haykırıyorum: Ben hedefleri büyük bir insanım ve ancak büyük komutanların ufku geniş olur.

Erkek adam hiçbir şeyden korkamaz, ama üç adet korkum olduğunu itiraf etmek istiyorum:) Neler mi? Örümcek, yükseklik ve kan. Dünyadaki en acımasız örümcek katillerinden biriyim. Eğer herhangi bir yerde örümcek gördüysem, o örümceği öldürene kadar rahat edemem. Uyuyacağım odada örümcek olduğunu bilirsem, gözüme uyku giremez ve o örümceği öldürene kadar kendi kendimi yerim. Ne yapayım, çocukken TRT'de "Kara Dul" diye bir film seyretmiştim. Bir kadın vardı ve geceleri örümceğe dönüşüyordu. Örümcek kadın bir erkek düşmanıydı ve sevgililerini afiyetle yiyen bir örümcek oluyordu geceleri. Filmin etkileri zihnime öyle kazınmış ki amansız bir örümcek katiliyim. Yükseklikten de fena halde ürkerim. Yüksek bir yerden aşağıya baktığım zaman başım felaket döner ve aşağıya düşmemek için geriye çekilirim. Bu korkumla mücadele ettiğim anlar da olmuştur, ama pişman olmuşumdur mücadelemden dolayı. Örnek mi? Kahramanmaraş Kalesi'nin surlarında yürüme gafletinde bulunmuştum. Çok zeki arkadaşlarıma özendim ve hep beraber surların etrafında yürümeye başladık. Surların bazı noktaları öyle ince bir şerit oluyor ki, surlarda yürürken kendime nasıl da kızmıştım. Beni kan da tutar. Kendi kanımı görsem bile başım döner. Kurban bayramlarında kurban kesilmesine asla bakamam. Bu korkum yirmili yaşlarda ortaya çıktı. Çok zeki bir kuzenim var. Kuzenime sonsuz teşekkür olsun, yanımda otururken internette bir site açtı. Hem de nasıl iğrenç bir site: Parçalanmış cesetler, kazalarda ölen insan cesetleri, kanlı cesetler, kafası kopmuş insanlar vb. İğrenç bir web sitesi yüzünden kandan korkar oldum. Kızılay'a kan bağışlamak istiyorum, ama düşüncesi bile beni ürpertiyor. Bu korkumla mücadele edeceğim ama. Kızılay kan bağışı aracına gideceğim, gözlerimi kapatacağım ve asla açmadan uzanacağım, koluma iğneyi takacaklar ve kan vereceğim. Bunları yazarken bile şiddetle ürperiyorum, ama bunu yapacağım.

Baharla beraber kendime geliyorum gibi. Bazen karamsar olabiliyorum, ama normal değil mi? Düşünün, tam 10 gram yılan zehri içmiştim. En yakınlarımın ısrarıyla yılan zehri içme gafletinde bulundum, ama yakınlarım kötü niyetli değildi. Bana bir bardak uzatıldı ve sanki içinde efsunlu bir iksir vardı. Yakınlarım dedi: "Bu iksiri içersen tedavi olacaksın.". Bir umutla iksiri içtim ve ilk başlarda faydalı gibime gelmişti, ama etkisini yavaş yavaş gösteren yılan zehri içmişim. Yani yavaş yavaş zehirlenmişim. Öyle bir zehir ki tabipler çare üretemiyorlar. Kıvrandım, sızlandım, acılarım beni yaktı, ama zehrin çoğundan kurtuldum. Bu bana iyi bir ders olsun. Her iksiri ilaç sanma gafletinden kurtulduğuma inanıyorum. Ben kendime kızayım ve bilmeden beni zehirleten yakınlarımı affedeyim, ama bile bile bana yılan zehri içirenleri de mi affedeyim? Hayır, sonsuz defa hayır... Aslında kindar birisi değilim, ama bana bile bile yılan zehri içirenleri asla ve asla affetmiyorum. Şu dünyada bazı suçların cezası kanunlarda yazmaz ve bazı suçluları şikayet edemezsiniz, ama İLAHİ ADALET'ten korkmaz mı insanlar? Milyon defa haykırıyorum ve İlahi Adalet talep ediyorum. Zalimler için yaşasın cehennem, zalimler için yaşamalı cehennem ve zalimler için yaşayacak cehennem...

23 Mart 2010

NİSAN DA BİTECEK

- BU YAZIDA GİRİŞ, GELİŞME VE SONUÇ BÖLÜMLERİ YOKTUR.

Mart ayı da bitiyor ve ben bu durumdan oldukça rahatsızım. Daha dün 1 Ocak değil miydi? Nisan ayı geliyor ve Nisan ayı da bitecek. Yılın ilk günü ne de mutluydum ve erkenden uyanmıştım. O gün erkenden kahvaltımı yapmıştım ve erkenden koşa koşa Gazi Paşa'ya gitmiştim; çünkü umutların nasıl da yeşermişti. Konuyu dağıttım, ama ayların ve mevsimlerin böyle hızla akmasından müthiş rahatsızım. Gençliğim hızla benden kaçıyor ve bense zamana meydan okuyamıyorum. Elbette zaman sadece bana ait değil ve ömrü akıp giden tek insan da ben değilim, ama hayatımın hiçbir anında pervasız bir kelebek gibi olamadım. Ben hedef insanıyım, eylem insanıyım, ama bu sıralar yerimde sayıyorum. Bu nedenle müthiş huzursuzluk hissediyorum. Dün tek sayfa kitap okumadım, İngilizce'mi ilerletmek için çaba göstermedim ve CIA hedefim olduğunu umursamadım. Hedef insanıyım, ama "Yerinde say" komutunu almış gibiyim. Hayatımın her anının verimli ve üretken olmasını istiyorum, ama es geçiyorum bazı şeyleri. Ben böyle değildim, ama nasıl da gerisinde kalmışım zamanın ve nasıl da bırakmışım kendimi. Şu ülkede bana benzemiyor mu? Tarihe övgüler yağdırıp bugünümüze acımaktan nefret ederim, ama nasıl da sefil bir hale gelmişiz millet olarak. Sefillikten kastım maddi geri kalmışlığımız değildir. Batı gibi asırlarca insanlığı sömürüp, kana bulaşmış servete sahip olmaktansa, haysiyetli fakirliğin bize yakışacağını düşünürüm. Sadece ve sadece kokuşmuş sefilliğimize laf atıyorum. Kokuşmuş sefillik mi? Ahlaki değerleri yıpranmış, haksız cinayetleri işleyen katilleri bünyesinde barındıran, günde onlarca tecavüz ve çocuk kaçırma gibi haysiyetsiz suçları işleyen adileri yetiştiren, kamu görevlilerinin önemli bir kısmının rüşvet almaktan utanmadığı, askerini şehit eden hainlere sahip bir toplum... Ben kokuşmadım ve zararım sadece kendime, ama bu toplum öyle kokuşmuş ki... Konuyu çok dağıttım, ama zamanın böyle hızla akmasından çok rahatsızım. Neden mi rahatsızım? Gençlik elden akıp gidiyor diye rahatsızım. Çocukluğumu hatırlarım da... Ufacık bir çocuktum ve 1990 yılı ne kadar uzak gözükürdü. Uzak gözüken yıllar ne de çabuk geride kalmış. Cahit Sıtkı TARANCI gibi mi demeliyim? Yanlış anlamayın. Henüz 35 yaşında değilim, ama 3'lü rakamlara yakın bir yerlerdeyim. Daha dün çocuk değil miydim? Anlayın işte. Derdim belli: YAŞLANMAK İSTEMİYORUM. Vesselam.

21 Mart 2010

PAZAR GECESİ UYKUSUZLUĞU

Şimdi siz sıcacık yataklarınızda uyuyun, ama benim uykum kaçtı. Sessizlik istemediğim için şarkılara başvurdum ve yalnızca Türk Sanat Müziği nöbetçiymiş. Kimi mi dinliyorum? Aşağıda bulunan resme bakın ve halimi anlayın:)



Neden mi uykum kaçtı? Az önce kahve içme gafletinde bulundum. Belki de bilerekten uykumu kaçırdım; çünkü yarın sabah kendi yatağımda uyanmayı umuyorum. Hayret, bu hafta yabancı bir şehre gitmiyorum. Kıyamet mi kopacak, bana mı ölüm iyiliği geldi ki bavulumu toplamadım ve bir otobüsle berzah yolculuğuna çıkmadım. Muhakkak ki başımıza taş yağacak:) Neyse, yavaş yavaş geyikten muhabbetleri bırakmak istiyorum. Ben ciddi ve ketum bir insanım, değil mi? Bu kadar geyik bana bin yıl yeter. Feysbuk'a ve messenger'a baktım, ama kimsecikler kalmamış. Ya, bu uyku bu kadar mı tatlı ki herkes tavuk gibi uyudu?

Hayatımı kuşatan verimsizlikten kurtulmak istiyorum. Verimsiz yaşamanın tarifi var mı? Evet, var: "İki günü eşit olan zarardadır.". Benim iki günüm değil yıllarım bile eşit. Hayatı dolu dolu yaşamak istiyorum, ama bir fanusun içine sıkışmışım gibi deliyor. Bugün tek sayfa kitap okumadım ve bu müthiş canımı sıkıyor. Düzenli kitap okumamak en büyük verimsizlik değil mi? Anneler çocuklara anlatır ya: " Yatacağız, kalkacağız ve bayram gelecek.". İşte, yatıyorum ve kalkıyorum, ama hayatımı verimsizce tüketiyorum. Bütün insanlar verimli yaşıyor da bir ben mi verimsizim? Hayır, bakın şu Türkiye'nin haline ve ağlayın. Verimsiz bir milletiz, ama nihayetinde her insan kendi bacağından asılacaktır. Son bir aydır TOEFL ve CIA hedeflerim için ne yaptım? Açıklıyorum: Bir zıkkım yapmadım. Gençlik hızla akıp geçiyor ve bense henüz kollarımı bile sıvamadım...

Daha önce bahsetmiştim ya... Çok kahve içiyorum yine. Yok mu bütün kahve kavanozlarını lavaboya boşaltacak bir sihirli el? Fazla kahve içtiğim için vücudumda ödemler oluşuyor gibi ve bazı zaman kalbim ağrıyor? Erken yaşta kalpten gitmek istemiyorum, ama kahveyi de bırakamıyorum. Şimdi bile kalbimde bir ağrı var ve vücudumda ağrıyan noktalar var. Büyük ihtimalle kahvenin yan etkileri. Kahrolsun ki kahve kavanozlarını lavaboya boşaltamıyorum. Bakalım, bu nereye kadar gidecek...



Bisiklete binmeyi çok özledim. Lise yıllarımda bisikletim vardı ve özgürce yollarda dolaşırdım. Seher vakti uyanacaksınız ve yaz güneşi ortalığı kavurmadan önce bisiklete bineceksiniz. Sabah rüzgarı yüzü okşarken bisiklete binmenin zevkini ancak erbabı bilir. Bu yaz bir bisiklet almak istiyorum ve en azından hafta sonları seher vaktinde bisiklete binmek istiyorum.



Teknolojiye olan hayranlığım sürekli artıyor; çünkü Ekmek Teknesi ve Hatırla Sevgili gibi bayıldığım iki dizinin DVD kayıtlarına ulaşmak üzereyim. Her iki dizinin de tamamını seyredemedim. Ekmek Teknesi devam ederken İzmir'de üniversite öğrencisiydim ve doğal olarak birçok bölümüne bakamadım. Hatırla Sevgili devam ederken de Eleşkirt'te kısa dönem askerdim ve bu nedenle birçok bölümüne bakamadım. Rahmetli Savaş DİNÇEL'i sevgiyle anıyorum. Umarım ki bir aksilik olmaz da her iki dizinin DVD kayıtlarını satın alırım.



TRT'de zaman zaman çok güzel yerli diziler yayınlanmakta, ama bazı dizilerin ömrü ne yazık ki oldukça kısa. Yıllar önce TRT'de bir dizi yayınlanmıştı: KADİRŞİNAS. Dizinin başrolünde Bekir AKSOY oynamaktaydı. Bekir AKSOY avukat rolündeydi. Severek sevdiğim bir diziydi, ama ne yazık ki çok uzun ömürlü olmadı. Avukat abimizi ne de çok kendimle bütünleştirmiştim. Ya, bu dizi neden uzun ömürlü olmadı, bilen yok mu?



Artık kalbimi teslim etmem gerekmiyor mu? Temiz bir kızla hayatımı birleştirmek istiyorum, ama aradığım meleği bulamıyorum. Gerçekten temiz, ahlaklı, anlayışlı, gözleri gözlerimden ayrılmayacak, yalancı olmayan bir melekle hayatımı birleştirmek istiyorum, ama inancım öyle zayıfladı ki... Melek yüzlü şeytanlarla karşılaşmaktan bıktım. Yok mu şu dünyada kalbimi ellerinin arasında ısıtacak bir melek? Tren hızla uzaklaşıyor, son vagonu yakalamam bile zorlaşıyor, ama ben bir adım bile atamıyorum.

TEKNOLOJİYE ÖVGÜLER

*** DVD ne güzel bir varlık. Avrupa Yakası, Lost ve Heroes dizilerinin DVD'lerini buldum. Geçenlerde bir alış veriş sitesine girdim ve dizi DVD'lerine baktım. Bir ilan vardı: " Avrupa Yakası'nın 190 bölümü sadece 35 TL...". Hemen sipariş verdim ve Avrupa Yakası'nın bütün bölümlerine sahip oldum. Canım sıkıldıkça Avrupa Yakası seyrediyorum. Volkan, Buhran Abi, Şesu, Aslı, Selin, İfot, Tahsin Baba ve diğer güldürü ustalarını selamlıyorum. Sırada Lost ve Heroes var. Televizyona fazla bakmıyorum artık. Teşekkürler Avrupa Yakası, teşekkürler teknoloji, teşekkürler DVD...



*** Dün çarşıya gittim ve 380 TL vererek digital fotoğraf makinesi aldım. Kampanya vardı ve uygun bir fiyata kaptım makineyi. Gerçek fiyatı çok daha fazla olan bir fotoğraf makinesiydi, ama kampanyadan dolayı uygun bir fiyata alabildim. Ağlayan bebeğe emzik gibi olacak, ama can sıkıntımı biraz hafifletebilecek bir meşgale... Elimde fotoğraf makinesi, insan arayacağım... Teşekkürler teknoloji, teşekkürler fotoğraf makinesi...



*** Canım bilgisayarımı unutmamalıyım. Gerçi içim birazcık yanıyor, çünkü eski bilgisayarıma ihanet ettim. Eski bilgisayarımı artık hiç kullanmıyorum; çünkü yeni bilgisayarımın işlevleri çok daha fazla. Ama vicdanlı birisiyim. Eski bilgisayarımı gözden çıkarmaya kıyamadım. Odamın bir köşesini eski bilgisayarıma ayırdım; ama küs gibiyiz. Sırtımızdan bıçaklana bıçaklana, ben de ihanet etmeyi öğrendim. Halbuki eski bilgisayarımı ne çok severdim; ama eski dostum teknolojiye yenik düştü. Eski ve yeni dostumun resimlerini aşağıya ekliyorum.

- Bu yeni bilgisayarım ve canım dostum:



- Aşağıda ise eski dostumun resmi var:



Lafı uzatmaya gerek var mı? Yok, teknolojiyi seviyorum. Vesselam.

16 Mart 2010

YOLCU YOLUNDA GEREK

Yolculuk mu var Abbas?
Hayır, verilmedi biletimiz
Öyleyse yürü be aslanım
Bak, orda iki yol var
İstersen dokun güneşlere
İstersen gömül karanlıklara
Yol da senin
Zaman da senin
Hayat da senin
İstersen çok güçlüsün
İstersen her şeyden çok aciz...
İstersen haykırış olursun şu alemde
İstersen boğulursun hicran denizinde
Meydan da senin
Seçim de senin
İstersen inatla durursun burada
İstersen bavulunu hazırlar ve gidersin
Kim engelleyebilir seni
Kim yoluna dikenler dökebilir
Kim yoluna özlemle bakar
Hangi çakallar aya karşı ulur
Hangi melekler diline dolar seni
İşte Yolcu,
Yol da senin
Şu kahrolası zaman da senin
Şu dünya da senin
Şu alem de senin...
İstersen, kainat senle anlam bulur
İstersen, anlamını yitirir varlık
İstersen, dize gelir sıra sıra dağlar
İstersen, haykırış olur sıra sıra dağlar
Varlığa anlam veren de sensin
Dağları dize getiren de sensin
İstersen, yokluk denizinde de boğulabilirsin
İstersen, kapa gözlerini ve unut...
Akıl da senin
İdrak da senin
İstersen, halife olursun
İstersen, inkarın sultanı
İstersen, konuşan akıl ol
İstersen, kaybol kalabalıklarda
İstersen, yoklukta varlığı bul
Yol senin
Yolcu da sensin
Azığından haber ver biraz
Yollarını keser mi karanlıklar?
Gidilecek yol da senin
Haykıracak dil de senin
Ağlayacak gözler de senin
Sızlayacak ruh da senin
Gülecek kalp de senin...
Yollar senin
Zaman senin
Hayat senin
İşte, yolcu yolunda gerek...


14 Mart 2010

DAÜSSILA

Doğduğum, 15 yıl aralıksız yaşadığım ili, Kahramanmaraş'ı çok özlediğimi farkettim. Eylül 2009'da birkaç günlüğüne gidebilmiştim, ama inanın ki vakit bulup gidemiyorum. Doğduğun yerde nitelikli iş bulamazsan, elbette dışarı gitmek zorundasın.

* Aşağıda Kahramanmaraş Kalesi'nin resmi var. Şehrin ortasında bulunmaktadır. Şimdi bahar geliyor ya, Cumartesi günü kaleye çıkacaksın, kalenin içinde bulunan çay bahçesinde çayını yudumlayacaksın ve surların kenarından şehri seyredeceksin.



* Anadolu'nun bütün illerinde "mecburiyet caddesi" diye bir kavram vardır. Gerçi son 10-15 yıldır Kahramanmaraş kabuğunu kırmış, kalkınan ve sanayileşen illerin arasına katılmıştır. Aşağıdaki resimde resmi adıyla Trabzon Caddesi, gençler arasındaki adıyla Mecburiyet Caddesi bulunmaktadır. Trabzon Caddesi'nde dolaşmayı çok özledim.



* Ulu Cami'nin çevresindeki parkları özlememek mümkün mü? Ulu çınar ağaçlarının gölgesinde oturacaksınız, suyun akışını dinleyeceksiniz ve salepinizi yudumlayacaksınız.



* Kıbrıs Meydanı'nda akşam yürüyüşü yapacaksınız. Memleketimin "poyraz" rüzgarı ünlüdür. Püfül püfül esen poyraz rüzgarı varken, bir akşam vakti Kıbrıs Meydanı'nda dolaşacaksınız.



* Kahramanlık Anıtı'nı göreceksiniz ve göğsünüz tekrar kabaracak. Şu ülkenin insanları birkaç asırdır benliğinden koptu, ama eminim ki nice Sütçü İmamlar, Çakmakcı Saitler, Arslan Beyler şu toplumun bünyesinde gizlidir.



* Kahramanmaraş dondurmasına kim hayır diyebilir ki. Tamam, her yerde Kahramanmaraş dondurması bulunuyor, ama yerinde bu şahane lezzeti tatmayı özledim.



İnsan bu; özler, hasret duyar ve hasretini paylaşmak ister. Memleketim hakkında yazacaklarımın sınırı elbette yoktur, ama sınırlı zamanda bu kadar yeter diye düşünüyorum. Kim bilir, meçhul bir gelecekte memleketimde güzel bir iş bulurum ve memleketime taşınırım. Son sözüm aşağıdaki resimde bulunmaktadır. Selametle...

ABBAS VE MURAKIP -1-

Abbas: Abi, Murakıp da ne oluyor? Meslekle mi ilgili?

Murakıp: Yok ya, işsiz olduğumuz dönemde bile kullandığımız bir mahlas...

Abbas: Ne anlamda kullanıyorsun?

Murakıp: Şu yokluk aleminde sayısız deniz vardır. Kimi insanın hayatı sadece karada geçer ve denizlerden hiç haberi yoktur. Kimi insansa elinde çomçayla saltanat kayığına biner ve her denizin suyundan kazanına doldurur.

Abbas: Odunlardan ve düşünenlerden mi bahsediyorsun?

Murakıp: Haşa, şu alemde odun olmak erdem olarak kabul edilmişken ve odun olanların peşinden insanlık koşarken, bizim gibi fikir işçilerinin başkalarına "odun" diye laf atmaya hakkı var mıdır? Çık dışarı ve dolaş sokakları, aç televizyonu, oku gazeteleri; göreceksin ki "odun" diye tasvir edilen insanların cemiyeti, ülkeyi ve dünyayı istila ettiklerini göreceksin.

Abbas: Çok büyük laf atıyorsun. İnsanlık "odun"lara mı emanet?

Murakıp: Elbette bir direniş var. Fikriyle, ilmiyle, kalemiyle, maneviyatıyla ve yüreğiyle direnen "murakıp" sayısı da küçümsenemez. Bir şair yazmış: "Akıncılar akıp gitti, dönmedi...". Akıncılar bizi bırakıp çoktan gitti, ama biz onların mirasına sahip çıkmaya çalışıyoruz.

Abbas: Akıncıların mirası da ne oluyor?

Murakıp: Vicdan, yürek sızısı, Türkiye sevdası vb... Bak topluma ve ağla. Şu toplumda günde kaç cinayet işleniyor, tecavüz vakalarının gerçek sayısı ne, meyhane köşelerinde ve kumar masalarında sönen hayat sayısı kaç, rüşvet pastasının büyüklüğünü bilen var mı, canım ülkeme ihanet eden hain sayısı kaç, gözlerinden yaşlar süzülen çocukların müsebbibi kim; bütün bunları sorgula ve yanıt ver.

Abbas: Abi, peki ne yapacağız.

Murakıp: En azından kendi evimizin önünü süpürmeyi bileceğiz. Murakıplar derece derecedir. Ben en alt seviyede bir murakıbım ve ancak kendi evimin önünü süpürmeye gücüm yetiyor. Bak, orada bir çöplük var ve cemiyetin değerleri kokuşuyor. Bak orda bütün mahalle yanıyor ve ben ancak kendi yangınımı söndürmeye çabalıyorum. Sen benim gibi olma ve yangının tamamına müdahele et...

Abbas: Abi, sence hangisi erdemli? Odun olmak mı, murakıp olmak mı erdem?

Murakıp: Bilmiyorum, hadiseye sadece erdem olarak bakmak mı gerek? Fikirlerimin temelinde Peyami SAFA'nın etkisi büyüktür. Peyami'nin MAHŞER adlı mükemmel eserini okursan, ne düşündüğümü tam olarak anlayabilirsin. Belki de sırtımıza gereksiz yükleri yüklediler. ( Kitabın kapak resmi alttadır. )

Abbas: Odun olmak mı gerek yani?

Murakıp: Hayır, kesinlikle hayır... Kendi halinde, dürüst ve zararsız olmak yeterli...


Abbas: Sen neler yapıyorsun peki abi?

Murakıp: Kendime bile hayrım yok ki cemiyeti düşüneyim. Orda bir yangın var ve cemiyetin temelleri yanıyor, ama kendi yangınım cemiyetin yangınından daha büyük...

13 Mart 2010

FİKRİMDEN KANAYANLAR -1-

Dün Blog'u kapatmıştım; çünkü bakım yapmam gerekti. Alet takımımı aldım ve bakıma başladım bu sabah. Henüz bakım bitmemiştir. Bakım yapmayı kendi kendime öğrendim. Zor oldu, ama öğrendim. Efendim, en gıcık kaptığımsa yağlı tulumu giymek. Her yerim simsiyah yağ oluyor ve karalar yüzümü sarıyor, ama birazcık Arap sabunu ve sıcak su bana yardımcı olacaktır. Yüzdeki karayı temizlemek kolaydır, ama önemli olan kalbin kararmaması değil mi? Belirttiğim üzere bu Blog için genel teftiş süreci başlattım. İyi bir ustayım ve 20,000 km bakımını yapacağım.

Bugün çarşıya gittim ve biraz dolaştım. Halk otobüsünün en arkadaki beşli koltuğunun cam kenarındaydım. Benden sonra iki kız çocuğu otobüse bindi ve yanımdaki koltuklara oturdu. Bağırırcasına konuştukları için konuştuklarını duymak zorunda kaldım. İkisi de henüz 15 yaşında olan çocuklardı. Bu yaştaki çocuklardan ne beklenir: Ders, yazılı, dershane ve belki de kalpte gizli kalan masum sevda. Ne yazık ki duyduklarım çok farklı şeylerdi. Henüz 15 yaşında olan ufacık kız çocukları, bir tanesinin eski erkek arkadaşı hakkında konuşuyorlardı. Eski erkek arkadaşı çok kötüymüş, çapkınmış vb... Üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm. Elbette masum ve kalpte gizli olan sevdaları hoş görürüm, ama henüz çocuk yaşta ne erkek arkadaşı, ne çapkınlığı... Ne yazık ki bu devrin çocukları çok erken yaşta sevgili, cinsellik gibi konularla ilgileniyorlar. Halbuki bahsettiğim konularda yapılabilecek hatalar nice hayatları, aileleri hallaç pamuğu gibi dağıtmıyor mu?

Bankacılıkta mevcut bulunan "İç Sistemler" kavramı hakkında eleştirilerde bulunmak istiyorum. Her ne kadar "Kontrol" ve "Denetim" farklı kavramlardır dense bile, İç Sistemler kapsamında bütün bankalarda bulunması zorunlu olan "Teftiş Kurulu" ve "İç Kontrol Merkezi" birimleri arasında görevler ayrılığı ilkesinin benimsendiği iddia edilse bile; İç Kontrol ve Teftiş birimlerinin görevlerini kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Benzer işler yapan ve görev tanımları arasında kesin farklar olmayan iki birim. Bu konu hakkında yazmak istediğim çok şey var. İç Sistemler hakkındaki önerilerimi ve eleştirilerimi uygun bir zamanda ayrıntılı olarak yazmak istiyorum.

Çok fazla kahve içiyorum ve belki de bu yüzden kendi sonumu hazırlıyorum. Fazla kafein tüketmenin ölümcül olduğunu biliyorum, ama bırakamıyorum zehir zıkkım kahveyi. Uslandığım zamanlarda kahve tüketimim azalıyor, ama içimdeki hafakanlar mır mır etmeye başladığı zaman kafeine olan ihtiyacım artıyor. Aslında günde iki fincandan fazla kahve içmemek gerekli. Sabahları ilk uyandığımda kendime gelebilmek için ve akşam yemeğinden sonra keyif için birer fincan kahve içsem yeterli. Bakalım, bir gün kahve denizinde boğulacak mıyım veya iki fincan kahveyle yetinmeyi öğrenecek miyim? Az önce bir fincan zehir zıkkım sade kahveyi içtim ve daha sonra suçluluk psikolojisi beni sardı. Kahve içtikten sonra kalbimin sancıdığını hissettiğim zamanlar oluyor. Umarım psikolojik bir durumdur. Bu genç yaşta kafeine bağlı kalp krizi vb garip olmaz mı? Az kahve içmem gerekli, ama belki de umursamıyorum.

Çocukları çok seviyorum. Ne mutlu bana ki beş tane yeğenim var ve onların varlığı benim için yaşama sebebidir. Yeğenlerimi çok seviyorum, ama onları her gün göremiyorum. Umarım şu hayat kumarında asla hüsrana uğramazlar. Akşamları eve geldiğimde, kucağıma atlayan çocuklar istiyorum. Çocuk istiyorum ki bana baba diyecek, sevgiyle sarılacak ve bütün sıkıntılarımı unutturacak. Evet, artık baba olmak istiyorum. Birçok arkadaşım yıllar önce baba oldu ve ben de onlara imreniyorum. Baba olmayı istiyorum, ama sanki bazı trenler gideli çok oldu ve ben de son trene yetişemedim. İyi bir baba olacağıma inanıyorum; çünkü ben babamın oğluyum. Ama...


DEVAM EDECEK...
FİKRİM KANAMAYA DEVAM EDİYOR...

12 Mart 2010

HAFTA BİTERKEN

* Severek okuduğum bir yazarın yeni kitabı çıkmış. Bugün almam gerekli. Ne zamandır kitap okumayı bıraktım. Kendimi fazla dağıtmıştım. Düzenli kitap okumaya başlayacağım.

* Uzun zamandır Cuma akşamları evimde olamıyordum. Umarım bu akşam evimde olacağım. Sevdiğim, ama bakamadığım bir diziyi zevkle seyretmek istiyorum.

* Haftaya Kayseri'de olmayı umuyorum. Kayseri'yi ve canım yeğenlerimi çok özledim. Gidemezsem, hayal kırıklığına uğrayacağım.

* Kafamı bozan hadise ve insanların etkisiyle TOEFL IBT kursundan ayrıldım, İngilizce çalışmayı bıraktım. En azından TOEIC için çabalamalıyım. En geç Haziran ayının sonunda TOEIC'ten advanced seviyesinde sonuç almak zorundayım.

* İrademin hakkını vermek zorundayım. Yürekten coşan her hisse teslim olmak bana yakışmaz.

* Sürücü kursuna yazılmak için geç kalmadım mı? Yaza araba almak istiyorum.

* Fazla kilolarımdan kurtulmak zorundayım. Düzenli yol yürümeye başlamam gerekli.

* Saç ektirmeyi araştırdım ve eyleme geçmeye karar verdim, ama saç ektirdikten sonra 10 gün boyunca evden çıkmamak gerekliymiş. İzin tarihimi beklemem gerekiyor.

* Bahar geliyor ve ben de bisiklete binmeyi özledim. Çoğu zaman evimde olamıyorum, ama en azından hafta sonları seher vaktinde bisiklete binebilirm.

11 Mart 2010

KAYBOLMUŞ

Çok şey kaybolmuş
Çok, gerçekten çok...
Tekrar elde edilemeyecek şekilde...
Elimi uzatsam bile,
Kahrımı belirtsem bile,
Son sözümü demesem bile
Çok şey dünden kaybolmuş

Gökte güneşler kaybolmuş
Yerde insanlık kaybolmuş
"An"da bereket kaybolmuş
Yürekte ummalar kaybolmuş

Bakışlarda aydınlık...
Duyguda saffet...
Izdırapta acı...
Akılda ölçü...
Çok şey dünden kaybolmuş

Baharda neşe,
Zamanın akışında kaygı,
Kalbin atışında hürriyet,
Kalbin ateşinde inanç,
Kalbin denizinde sükunet,
Kalbin kuytusunda huzur,
Kalbin cennetinde ihsan,
Kalbin cehenneminde isyan
Çoktan kaybolmuş...

Şairlerin titreten mısraları,
Şarkıların mahveden nağmeleri,
Romanların ben gibi gerçek kahramanları
Çok evvelden kaybolmuş...

Öyle şeyler kaybolmuş ki;
Her biri bir hatıra,
Her biri bir hayat,
Her biri bir sonsuzluk
Her biri bir gülüş
Her biri bir çocuk...

Bilirim ki gelmez gidenler
Bilirim ki hayaldedir güneşler
Bilirim ki ancak hayaldir beklenenler
Bilirim ki hepsi kaybolmuş...

10 Mart 2010

DÜNDEN YANSIYANLAR

Bu yazımda paragraf kullanmayacağımı belirteyim önce. Dün mesai bitiminden sonra alışveriş merkezine gittik; sinema ve yemek… Yemek faslını anlatmayacağım, ama film 21:00’da başlıyordu ve yemekten sonra birkaç saat dolanıp durduk. Gözlerimi radar gibi açtım; çünkü görmeyi umduğum birileri vardı. Bütün gayretime ve isteğime rağmen kimseyi göremedim. Hayırlı mı oldu, hayırsız mı oldu, bilemiyorum. Dün akşam anladım ki bazı konularda asla iflah olmayacağım. Ne yapayım, Allah beni gereğinden fazla hassas, duyarlı ve iyi niyetli yaratmış. Arkadaş tarafından kandırıldık ve vampir filmine bilet aldık. Filimin adında vampir vardı, ama arkadaş iddialıydı ki filmin vampirlerle hiç ilgisi yoktuk. Filmi seyrederken midem bulandı; çünkü sadece vampirler, kan, gümüş mermiler ve bıçaklar vardı. Bildiğimiz vampir filmlerinden biriydi yani. Aslında insanın gerçek tabiatında vahşet vardır, ama çoğu kişi bunu belli etmez. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Rusya’da bir aile ortadan kaybolur ve bir daha haber alınamaz. O yıllarda Rusya açlık ve sefaletle mücadele etmektedir. Uzun bir süre sonra acı gerçek ortaya çıkar: Aile bireylerinin tamamı komşu aile tarafından kaçırılmıştır ve afiyetle mideye indirilmiştir. İnsan vardır ki hayvandır ve insan vardır ki melektir. Öğüt veren insanlara da genellikle sinir olduğumu belirtmek istiyorum. Elbette erdemli bir insanın tavsiyelerinden yararlanmak fazilettir ve insanı musibetlerden koruyabilir. Akıllı insan başkalarının tecrübelerinden ve aklından yararlanmayı bilmek zorundadır, fakat sizin sahip olduğunuz tecrübeye sahip olmayan, nasihat verdiği konu hakkında en ufak bir geçmişi olmayan insanların tavsiyelerde bulunması ne kadar cahilce, ne kadar saçma ve ne kadar aptalca. Bu saçmalığı ve aptallığı yapan insanlar iyi niyetli olabilir, ama biraz akıllıca davranmaları ve tecrübe sahibi olmadıkları konu hakkında öğüt vermemeleri gerekmez mi? Gece 12 civarında eve gelebildim ve ev ahalisiyle birazcık konuşup uyudum. Daha fazla yazacaktım, ama canım istemediği için burada bırakıyorum.

8 Mart 2010

GÜNCEL TESPİTLER

Birkaç konuya kısa kısa değinmek istiyoruz:

1) Şom ağızlı olmamak gerekmiş. Geçen hafta Elazığ'daydım. Kredi incelemelerimle ilgili, personele dedim: " Elazığ deprem bölgesi. DASK sigorta poliçelerinde sadece ada, pafta, parsel, riziko adresi ve ipotekli alacaklı bilgisi yeterli değil. Ek olarak da, gayrimenkulün brüt m^2 bilgisine de dikkat edin. Allah korusun, deprem olur ve bu yüzden teminatsız kalırız.". Elazığ'dan ayrıldım ve deprem oldu. Hacet kapısı açıkmış herhalde. Bir daha eksik hacet dilememek gerek.

2) Herkes işsizlikten şikâyet ediyor ve bu konuda devleti suçluyor. Kimse çuvaldızı kendine batırmıyor. Büyük söylemeyeyim, ama biraz nitelik de gerekli değil mi? Gençlerin biraz çabalamaları, umutlarını kaybetmemeleri, kendilerine hedef koymaları, niteliklerini arttırmaları gerekmez mi? Yeterli eğitime sahip olmayan veya maddi olanaksızlıklarla okuyamayan insanların da zanaatı olması gerekmez mi? Kahvede okey oynayan insanlar neden zanaat sahibi olmak için çabalamaz, anlamıyorum. Elbette işsizlik çok zor, askerden döndükten sonra yılmadan çok mücadele verdim bu konuda, ama çaba ve azim olduktan sonra, ülkenin kâbusu olan işsizlik sorununa bir nebze çözüm bulunabilir.

3) Evlenmemiz için ailemiz ve tanıdıklarımız yoğun baskı yapıyor, ama temiz ve iffetli bir bayan bulabilmek neden zorlaştı, bu soruyu hiç soran yok. Bu konuda sadece bayanları suçlamak anlamsızdır. Şerefli bir erkeğin kıstası şu olmalı: “Kendi kızıma yapılmasını istemediğim şeyleri başkasının kızına yapamam!”. Erkeklerde insaf ve vicdan yoksa bayanlardaysa iffet kaybolmuşsa, bazı gençler evlenme düşüncesinden soğumaz mı? İnsanlık nereye koşuyor, anlayamıyoruz. Ar damarımız çatlamış. “Bir Türk Dünyaya Bedeldir.” sözüyle büyüdük, ama şu 70 milyonluk topluluk içinde en az 20-30 milyon haysiyetsiz varsa, biz adam gibi adamlar ne yapalım, bilmiyorum.

4) Ergenekon ve Demokratik Açılım çok uzadı. Bu iki sürecin de artık sonuçlanması gerek. Sürekli bir gerginlik, bitmeyen siyasi kavgalar, terör vb. Artık sabrımız kalmadı. Demokratik, olgun, zengin bir ülkede huzurla yaşamak istiyoruz. Ama asla mümkün olmayacak, biliyoruz. “Ya seferdir, ya tahammül Türkiye’de yaşamanın çaresi.” demek zorunda bırakılıyoruz. Sadece ve sadece huzur istiyoruz, ama bu ülke adam olmayacak gibi. “Akıncılar akıp gitti dönmedi/ Gitmeyip yerinde seken sıkılsın.” demiş bir şair. İyi ve dürüst Türkler çok uzun zaman önce yaşamışlar. Oryantalist yazarların Osmanlı hakkındaki yazılarını okuduğunuz zaman, dürüst ve temiz insanlardan hayretle bahsettiklerini görürüz, ama ne yazık ki birkaç asırdır bu milletin ar damarları kurudu. Bu toplumda yaşamak çok zor, ama katlanacağız. Allah’a emanet ediyoruz kendimizi ve sabrediyoruz.

5) Şehitler için çok üzülüyorum ve aynı zamanda onlara imreniyorum. Komando olarak askerliğimi yapacaktım ve bir çatışmada şehit olacaktım. Nasip olmadı, ama asker olmanın anlamı şehit olabilmektir. Kimse için değil, ülkeyi yiye yiye bu hale getiren OÇ'ler için değil; kendim içim şehit olmak isterdim.

6) Baş ağrısı ve uykusuzluğa çözüm bulunması gerekli. Efendim, bilim Mars'a insanlı yolculuk hedefliyor, ama uykusuzluğa ve baş ağrısına neden olan etkenleri tedavi etmede aciz kalıyor. Gece boyunca uyuyamadık, berbat bir baş ağrısıyla uyandık ve güne iki fincan kahveyle başladık. Olmuyor, uyumamız gerekli.