8 Aralık 2009

SABRIMIZI ZORLAMAYIN ( Taslak )

Açılım, terör derken sabrımızı geriyorlar. En az bizim kadar ülkesini seven Kürt kardeşlerimizle hiçbir sorunumuz yoktur, ama pkk destekçisi hainlere karşı sabrımız tükenmek üzeredir. Bizlerin onayı alınmadan hiçbir açılım yapılamaz. Bu hainlerin hakkından devlet gelmezse, hepimiz sokağa inmeye ve aslanlar gibi savaşmaya hazırız. Asker şehit eden, polis taşlayan, otobüs yakan, apo posteri açan hainlerin kanını akıtmaya hazırız, ama sabrediyoruz. Asla aptal değiliz, ama asil bir milletin torunları olduğumuz için son derece sabırlıyız. İç savaş çıksa, kendileri kaybeder. Milliyetçi Muhafazakar Türk Gençliği sabrediyor. Gerekirse hepimiz askeriz, hepimiz Bordo Bereliyiz. Samimi ve ülkesini seven Kürtler kardeşimizdir, ama pkk ve dtp destekçilerini kanlarında boğmayı da biliriz. SABRIMIZI ÇOK ZORLUYORLAR!

2 Aralık 2009

İNSANIN KONUMU HAKKINDA (Taslak)

Şu gölgelikte dinlenen garip bir yolcuyum ve zamanı geldiğinde çekip gideceğim. Azığım çok az ve yolum çok uzun. Sizler de garip yolcularsınız ve çekip gideceksiniz, ama bu kaçınılmaz gerçeği görebilen çok az. İnsanca yaşamak, düşünebilmek, hayal kurabilmek, üretken olmak çok güzel, ama insanlar bitmeyen bir hırsla dünyaya saldırıyorlar. Şu dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayacaksın, üretken olacaksın, hedeflerin olacak ve elinden geldiğince çabalayacaksın, ama dünya hayatının ve fani güzelliklerin kalbini karartmasına izin vermeyeceksin. Hiç bıkmadan çabala, hedeflerinin peşinde koş, sev ve sevil, ama vahşi bir hırsa kapılıp da aç bir köpek gibi çevrene saldırma...

1 Aralık 2009

ERGENEKON UĞRUNA SAÇMALAMAK (Taslak)

Ergenekon diye adlandırılan bir terörist oluşum vardır, ama gizli hainleri açığa çıkarmak için uğraşırken Türk Ordusunu yerden yere vurmak da hainliktir.

İçimizdeki hainlerin yaptıklarını ve pkk eylemlerininin tamamını Ergenekon'un üzerine yıkmak ve teröre bulaşan hainleri temize çıkarmak da büyük hainliktir. Ergenekon mevcuttur ve ülkeyi kana bulamaya yardımcı olmuştur, ama eline silah alıp asker şehit eden pkk teröristini masumlaştırmayalım.

Ülkede iç savaş tetiklenmeye çalışılmaktadır. Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür...

YAKINDA...

28 Kasım 2009

DENETİM SEVDASI

Denetim benim için hayattır. Üniversitede öğrenciyken denetçi olmaya karar vermiştim. Hedeflerim büyük, ama sanırım ki çeşitli nedenlerle yavaş davranıyorum. İleri vadede hedefim belli: Bir holdingin İÇ DENETİM BAŞKANI ( CHIEF AUDIT EXECUTIVE ) olmak istiyorum. Neden olmasın? Bu hedefimi gerçekleştirebilmek için almam gereken çok yol var. "Certified Internal Auditor" gibi en az iki uluslararası sertifika almalıyım, bankacılık haricinde bağımsız denetim alanında da tecrübe kazanmalıyım. Hedefim belli, yolum uzun ve yapmam gereken çok şey var. Dışardan bakanlar için oldukça rahat ve havalı bir meslektir denetim, ama öyle yollar almak zorundasınız ki her aşamasında binbir zahmet vardır. Mevzuat, yasalar, yönetmelikler, prosedürler yetişilmez bir hızla değişir ve yenilenir, ama siz her şeyi bilmek zorundasınızdır. En ufak bir hata bile yapmaya hakkınız yoktur; çünkü yapabileceğiniz en ufak hatayı bile zevkle kullanan insanlar muhakkak olacaktır. Bütün zorluklarına rağmen denetimden kopmayı asla istemiyorum. İyi bir denetçi olması beklenen bir insanım; çünkü gereğinden fazla zekiyim, araştırmacıyım, şüpheciyim, sorgulayan bir kişiliğe sahibim. Denetim ve Türkiye hakkında da biraz bahsedeyim. Türkiye'de denetimin kıymeti asla bilinmez ve denetçi için "maliyet yaratan insan" yakıştırması mevcuttur. Türkiye'nin kalkınmasına paralel olarak denetmin önemi de muhakkak artacaktır. Denetimin öneminin arttığı yıllarda bizim de gerçek değerimiz elbette anlaşılacaktır.


Denetçi/Müfettiş/Murakıp adam yalnız olmaya mahkumdur. Sadece kendi devreniz olanlarla arkadaş olabilirsiniz. Siz ne kadar iyi olursanız olun, insanlar sizden pek hoşlanmazlar. Şubeye girersiniz ve çalışanların bakışlarından çoğu şeyi anında anlarsınız. Bazıları gerçekten saygı gösterir, ama nefret dolu bakışlara sahip insanların mecburen yüzünüze gülümsediklerini de anlarsınız. Kimseyle fazla samimi olamazsınız; çünkü denetleyen ve denetlenen ilişkisinin bozulmaması gerekir. Canınız sıkılır, ama bir Allah'ın kuluna içinizi dökemezsiniz. Üstat denilen üst devrelerin durumu tamamen şansa bağlıdır. Kimi üstat gerçekten üstattır, ama bazılanın amacı sizi azarlamak ve küçük düşürmektir. Üstat saçma sapan nedenlerle sizi küçük düşürür, ama sesinizi çıkartamazsınız. Öyle bir meslektir ki ne İsa'ya ve ne de Musa'ya yaranamazsınız. Asla hata yapamazsınız ve her zaman kurulu robot gibi çalışmak zorundasınız.

Dış şubelerde denetim daha da zordur. Akşam olur ve şube çalışanları evlerine dönerler, ama sizin gidecek eviniz yoktur. Yabancı bir şehrin caddelerinde, sokaklarında, otellerinde, lokantalarında zaman durur veya siz zamanın gerisinde kalırsınız. Otel odasında çıldırma noktasına geldiğiniz de olur, ama çalabileceğiniz bir kapı yoktur. Otellerde hayattan koparsınız ve televizyon izleyerek, kitap okuyarak, internette dolaşarak hayata bağlanmaya çalışırsınız, ama derin bir yalnızlık hissi sizi asla bırakmaz. Otel odalarında uyanmak da iğrenç bir duygudur. Uyandığınızda muhakkak başınız ağrır. İnsan evinde kahvaltı yapmaya hasret kalır, ama otellerin kahvaltı salonlarında can sıkıntısı içinde kahvaltı yaparsınız. Bitip tükenmek bilmeyen yolculukları unutmamalıyım. Her yere uçakla gitmeniz mümkün değildir. Otobüs yolculuklarından tiksinirsiniz ister istemez. Cuma akşamlarınız da yollarda geçer, pazar akşamlarınız da. Otobüs yolculuklarında zaman durur ve garip duygular sizi sarıp sarmalar. Bu kadar yeterli mi? Vesselam.

27 Kasım 2009

BAYRAM GECESİ BENDEN YANSIYANLAR

Kurban bayramının ilk gecesi. Müslümanların bayramı, ama dinimden mi kopmuşum veya zamanın gerisinde mi kalmışım ki bayram sevincine sahip değilim. Az önce kahvemi içtim, Türk Sanat Müziği dinliyorum ve gecenin geç saatlerine kadar uyumayı düşünmüyorum. Bayram namazına özellikle kalkmadım, çünkü yalnız başıma namaza gitmekten hoşlanmıyorum. Bayram sevinçleri tek başına yaşanmıyor işte. Çocukluğumun kalabalık bayramlarını özlüyorum işte. Cep telefonumu gün boyunca kapalı tuttum ve hiç kimseyle konuşmadım. Yarın akrabaları ve arkadaşları arayacağım. Bugün sadece televizyona baktım. Bilmiyorum, bugün bir başka gariptim.

Kendimi sorguluyorum bu sıralar; çünkü gereğinden fazla iyi ve hassas bir insanım. Birazcık kötü olabilmeyi başarabilmeliyim. İnsanların kötü olabileceğini unutuyorum çoğu zaman. Güveniyorum, bağlanıyorum, umuyorum, heyecanlanıyorum, ama sırtımdan vurulabileceğimi asla düşünmüyorum. Şu gölgelikte dinlenen garip bir yolcuyum ve zamanı geldiğinde çekip gideceğim. Bu dünya bana ait değil ve asla ait olmayacak. Ama insanlar bitmeyen bir hırsla dünyaya saldırıyorlar. Hey insanlar, bu dünyadan çekip gideceksiniz, ama farkında değilsiniz.

Yakın zamanda çok büyük bir haksızlığa uğradım. Güvendim, inandım, bağlandım, ama umulmaz bir kalleşlikle sırtımdan vuruldum. Bu yetmedi, etkileri devam etti ve suçlandım, hor görüldüm. Aynı yılanın deliğinden defalarca ısırıldım. Suç bende, ama ruh taşıyan bir varlığın böyle alçak olabileceğini asla düşünemedim. Yetmedi, kendi kanımdan insanlar tarafından hor görüldüm ve suçlandım. Ben ne zaman dünyaya çivi çakmayı umdum ki bana saldırıyorlar, beni suçluyorlar... Ama İLAHİ ADALET tecelli ettiği zaman nereye kaçacaklar... Hakkımı helal etmiyorum ve tüm varlığımla haykırıyorum: ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM!..

17 Kasım 2009

YENİ KONULAR (Taslak)

Düşünce dağınıklığım geçtiği zaman aşağıdaki konular hakkında yazacağım:

1) Diyarbakır izlenimlerim

2) Deniz sevdası

3) Kitaplarım

19 Haziran 2009

BAŞLAYACAĞIM BÜROKRATINIZA, ADALETİNİZE, DEVLETİNİZE!..

Doğu Roma ülkesinin adalet düzenine, bürokratlarına, devlet sistemine hakaretler edeceğim az sonra... Doğu Roma ülkesinin gizli örgütleri, polisleri, hafiyeleri peşime düşmesin; çünkü benim dayım da bürokrat!

Başlayacağım sizin adaletinize!
Küçücük çocuklara tecavüz edenleri,
Masum insanları hunharca öldürenleri,
Ana kuzusu, gencecik askerleri şehit edenleri,
Sizin adalet düzeniniz yakalayamıyorsa ve ıslah edemiyorsa,
Başlayacağım sizin adaletinize!

Bak, orda küçücük bir yavru vardı.
Bak, orda aslanlar gibi bir delikanlı vardı, ama hainler tarafından ŞEHİT edildi ve kanı toprağı suladı...
Ey adalet sistemi, Ey Doğu Roma devleti, başlayacağım senin dangalak gururuna!

Orda endişeli bir ana vardı ki yavrusu için yüreği titrerdi.
Orda bir genç vardı ki sahiden çok gençti ve hayalleri vardı.
Orda bir manyak, şerefsiz vardı ve çocuğu vurarak öldürdü.
Orda şerefsizlerin egemen olduğu bürokrasi, devlet, adalet vardı.
Genç öldürüldü ve öldüren ibneye 15 yıl ceza verildi, daha sonra af kanunu çıktı ve şerefsiz katil de dışarıya çıktı.
Genç ölmüştü ya, şimdi sadece kemikleri var ve ruhu yanımızda bile değil.
Anneninse göz yaşları hiç kurumaz.
Başlayacağım sizin elit bürokrasinize, satılık adaletinize, şerefsiz siyasilerinize!

Orda ülkesine hayran nice yiğit vardı.
Orda yüreği pır pır eden, yüreği ağlayan nice civanlar vardı.
Ama suçlandılar, ayıplandılar, küstürüldüler.
Orda elit canavarlar vardı ki hiç doyamazlar.
O canavarlar ki her an kin ve nefret doludurlar.
Doğu Roma o canavarlara aittir.
Devlet, ülke, yönetim, zenginlik o canavarlarındır.
Ey Roma Devleti, başlayacağım senin varlığına...

GOOOLLLLLLLL

1-0, gol yedim.
2-0, gol yedim.
Moralini bozma...
3-0, gol mü yedimmm?
4-0, yine gol yedim...
Defansı toplamak gerek.
5-0, aaa yine gol yedim!
6-0, top kaleye doğru mu gitti?
7-0, durum kontrolüm altında!..
Sakince takımı toplamalıyım.
8-0, ne golü, ağzınızı burnunuzu kırarım!
9-0, o ne ulen?
10-0, başka bir baharda...

17 Haziran 2009

AZ MI KALDI?

Az mı kaldı göklere çıkmaya?
Az mı kaldı kuşlar gibi özgür olmaya?
Az mı kaldı hasretlerden kurtulmaya?
Az mı kaldı sonsuz sevinçlere?
Az mı kaldı sonsuz yaşamaya?
Az mı kaldı kavuşmalara?
Az mı kaldı sağanak rahmete?
Az mı kaldı bulutların dağılmasına?
Az mı kaldı siyahlardan kurtulmaya?
Az mı kaldı çocukça gülmeye?
Az mı kaldı uykulara?
Az mı kaldı gönüllü uykusuzluklara?
Az mı kaldı kahve fincanında demlenmeye?
Az mı kaldı gönülden söylemeye?
Az mı kaldı haykırmaya?
Az mı kaldı dolu dolu yaşamaya?
Az mı kaldı her an kanatlanmaya?
Az mı kaldı?..

18 Mayıs 2009

BENİM HASRETLERİM VAR

İnsan fani ve ölümlü, ama insanın arzuları sonsuz. Ölüm gelecek, ama insan yaşamaya ara vermek istemiyor. Ölüm son değil, ama bilinmez bir zaman boyunca yeniden dirilişi beklemek insanı ürkütüyor. Ruhum sonsuzluk peşinde, ruhum özgürlük yoluında; ama yapabileceklerim ve sahip olabileceklerim çok sınırlı. Elde edemiyorsam özgürlüğü ve sonsuzluğu, hasrette mi duymayayım?

Uçabilmek, serin rüzgarlarla dans edebilmek, gök mavisine sarılmak, hiç uyumadan sonsuza dek sabahlamak ve güneşi görerek sevince boğulmak istiyorum. Göklerle arkadaş olmalı, göklerde pervasızca uçmalı ve gök mavisinin derinliğinde mutluluğu bulmalıyım. Kuşlar gibi özgür ve kelebekler gibi pervasız olamıyorsam, hasretim mi olmasın?

Hiç uyumadan serin gecelerde huzur bulmak, gecenin sessizliğinde kendime gelmek ve zamandan saatler çalmak isterdim, ama küçük ölüm denilen uykuya bağımlıyım. Bütün anı saran diriliğe sahip değilsem, hasrette mi duymayayım?

Gencim ve hayallerim var. Hiç yaşlanmayacağımı ve ölmeyeceğimi düşünüyorum, ama ak saçlar yavaş yavaş belirmeye başladı. Kim bilir, yaş 35 yolun yarısı değilse; bu dünyada en güzel çiçekler bile solmaya mahkumsa; bu dünyada hafakanlar ruhu sarmışsa; bu dünyada Leylalar hep hayaldeyse; bu dünyada yürekler burkulmak zorundaysa; bu dünyada sevdalar ancak masallarda yaşanıyorsa; bu dünyada zalimler hep mutluysa, elimden ne gelir, sonsuz mutluluğa hasret mi duymayayım?

17 Mayıs 2009

Eskilerden 22...ÖLEN AMCAMIN ARDINDAN

Bugün amcalarımdan biri olan Cemil Amca toprağa verildi. Üzüntülü olmama rağmen bu satırları yazıyorum; çünkü bayağı bir ders çıkardım bu ölümden. Akraba ilişkileri, ölüm gerçeği, genç ölüm gibi konular içimde dalgalanıp duruyor. İnsanoğlu şaşkınlıkla ve unutmayla donanmış ki ders alamıyoruz. “En büyük vaiz musalla taşında yatan ölüdür.” demiş büyüklerimiz. Ama kaptırmışız kendimizi boş olaylara ve bitmez bir kapitalist arzuyla saldırıyoruz maddi varlıklara.

Cenaze yıkanırken baktım ve yüreğim dağlandı. Canım amcam sessizce ve hareketsizce yatıyordu. Oysa yaşasaydı beni gördüğünde sevinir ve memnuniyetini belirtirdi. Oysa ne oldu ki öyle sessizce yatıyordu mermerin üstünde? Demek ki insanı canlı tutan “ruh” var. Burada tanrıtanımazların bol bol düşünmeleri gerekiyor. “Keşke”ler içimi yakmaya başladı. Neden daha sık akrabalarımı, dostlarımı ziyaret etmediğime bir cevap bulmaya çalıştım; ama kahrolsun ki haklı bir nedenim yoktu. Cenaze yıkandıktan sonra mezarlığa doğru yolculuk başladı. Cenaze aracında, tabutun yanı başında ben de vardım. Cenaze aracına binen 10 kadar kişi canlıydı, ama amcamdan hiç ses gelmiyordu. Camiye geldik ve ikindi namazından sonra cenaze namazı kılındı. Amcam son görevini yapmış ve musalla taşında bize nasihat veriyordu; ama bütün şehirde hayat yine akıyordu. Caminin dışında binlerce insan vardı ve caminin bahçesindeki tabuta muğlâk gözlerle bakıyorlardı, ama kaç tanesi durup düşündü, bilmiyorum. Cenaze namazı bittikten sonra mezarlığa olan yolculuk başladı. Bu sefer araç kullanılmamış ve Merhumu omuzlarda son evine doğru taşıdık. Aile mezarlığına geldik ve rahmetli dedemin yanındaki boş mezar çoktan hazırlanmıştı. Yüreğim kaldırmadığı için kabre girip cenazenin gömülmesine yardım edemedim işte. Ölüm bütün karalarını temizliyor insanların. Bembeyaz kefenler içinde, dualar eşliğinde sonsuzluğa uğurladık merhumu. Oysa biz duymasak bile hem Cemil Amca, hem diğer ölüler haykırıyorlardı. “Biz ölmedik! Hazır olun mezara!” diye haykırıyorlardı; ama biz kulağımızı tıkamıştık ve dünyanın sahte zevklerine takılmıştık ya. Amcamın üstüne toprak yığdık ve ayrıldık mezarlıktan. Hani sevgiler sonsuzdu, hani kalbimiz çok engindi; ama onu orda bıraktık ve dünyaya tekrardan hırsla saldırmaya başladık.

Bütün bunları yaşarken, Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” adlı şiirini içimden söylüyordum durmadan. Sorgulamalarım da bitmiyordu ve kendimi suçluyordum. Keşke daha sık Amcamı ziyaret etseydim ve keşke daha sık hatırını gözetseydim; ama O acele etmişti ve sonsuz hayata gitmek için beklememişti. Peki, şimdi ne olacaktı? Sonsuz bir ayrılık mı vardı, yoksa belli bir süre sonra belli bir mekânda tekrar buluşup görüşecek miydik? Evet, bu dünya geçiciydi ve insan ölmek zorundaydı ki sonuz bir hayatı elde edebilsin. Amcam da sonsuz bir hayat özlemiyle ölmeyi seçmişti ve sonsuzluğa doğru genç bir yaşta yelken açmıştı. Biliyorum ki tanımlayamadığım, ayrıntılarını bilmediğim bir dünyada bizleri bekliyor ve belki de bizlere sesleniyor; ama biz kapatmışız kulaklarımızı ve ölümü anlamaya çalışmıyoruz. Ah, sevgili Cemil Amca, sen sonsuz bir hayatı tercih ettin ve gittin genç bir yaşta. Umarım orda rahat edersin ve yine umarım ki oradan bize seslendiğini duyarız da ölmeden önce ölmeyi anlarız. Sen gerçekte ölmedin. Sadece ve sadece başka bir âleme yerleştin. Seni özleyeceğim ve sen aklıma geldiğin zaman kalbim sızlayacak; ama Hak’tan gelene itiraz edemeyiz. Sen orda rahat uyu ve sakın tasalanma burada kalanlara. Seni özleyeceğimden emin ol. Gittiğin yerde umarım huzur bulursun. Şimdilik hoşça kal!

15.09.2007

Eskilerden 21...KADİM DOSTLARIM BİRİNCİ BÖLÜM: TELEVİZYONUM

Üç tane kadim dostum var: Kitaplarım, Bilgisayarım ve Televizyonum. Bu yazımda Televizyonumdan söz etmek istiyorum. Daha sonraki yazılarımda da diğer kadim dostlarımdan bahsedeceğim. Kadim dost denince insan durmalı ve düşünmeli, çünkü kadim dost asla yalnız bırakmaz ve size ihanet etmez. İnsandan olan dost bırakabilir ve bunun örnekleri hepimizin hayatında vardır; çünkü insanoğlunun mayasında iyilik kadar kötülük de vardır. Bu yüzden en iyi dostlarımızdan bile ihanet görebiliriz, en sevdiğimiz bile bizi ansızın yalnız bırakabilir. Ama ya cansız kadim dostlarımız? İşte, cansız görünen kadim dostlar bizi asla yalnız bırakmazlar. Sadece ve sadece biz onları terk etme imkânına sahibizdir.

Kimileri televizyon denilen kişiyi durmadan eleştirir, ama o dünyanın en tatlı dostlarından biridir. Bize ne güzellikler sunar; ama kimisi onu anlayamaz veya kullanmayı bilmez. O bir şahanedir; ama magazin programları gibi saçmalıkları yayınlayan ve seyreden bahtsızlar da amma da çoktur. Kullanmayı bilmeyeni uyuşturmakta üstüne yoktur, ama eğer akıllı iseniz size hep faydalıdır. İzninizle onun bana sunduğu hediyelerden biraz bahsedeyim. Hayatımda hiç yurtdışına çıkamadım; ama onun sayesinde hissettim diğer kıtaları, ülkeleri, medeniyetleri ve insanları. Zenci Türkler onun sayesinde tanıdı mükemmellikleri, medeniyetleri. Kendi dünyamızda yaşamaya mecbur kılındık; ama demokrasi, insanca yaşama, insan hakları gibi hakları o kulağımıza fısıldadı. Milyonlar tatil yapma imkânına sahip olamadı; ama onun sayesinde gördüler güzelim tabiatı, denizleri, başka ülkeleri. O gözümüz oldu ve bu sayede sanal da olsa temaşa eyledik ulaşamadığımız güzellikleri. Dizilerimiz oldu ve sımsıcak hisleri yaşadık doyasıya. “Süper Baba”, “Ekmek Teknesi”, “Aile Bağları”, “Kadir Şinas”, “Çiçek Taksi” gibi diziler sayesinde kalbimiz ısındı; “Deli Yürek”, “Kurtlar Vadisi” gibi diziler sayesinde isyan ettik ve öcümüzü aldık; “Yağmurdan Sonra”, “Beşinci Boyut” gibi dizilerle derinden düşündük… Kemal Sunal, Şener Şen, Halit Akçatepe, Tarık Akan gibi ustaların filmlerinden bahsetmek haddim değildir; ama televizyon sayesinde “Yeşilçam” bize yakın oldu. Belgeseller, tartışma programları, filmler ve diziler kim tarafından bize hediye edildi, unutmamak gerek.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Kimi densizler devamlı televizyon seyretmeyi eleştirip kendilerini entel gösterme derdindeler; ama siz onlara aldırmayın. Kumanda elimizde değil mi zaten? Magazin gibi saçmalık çıktığında hemen kanal değiştirirsiniz ve sorun kökünden çözülür. Bu sihirli kutuya kızmak abesle iştigaldir. Azcık akıllı davranıp doğru programlar seyretmek biz bağlıdır. Her kim televizyonu icat ettiyse ellerine sağlık demek gerek Vesselam.

14.09.07

Eskilerden 20...IŞIKLAR YANARKEN

Güzel havalarda, akşamları yürüyüş yapmaktan hoşlanan biriyim. Eğer hava güzelse akşam yemeğini yedikten sonra çıkarım ve yürüyebildiğim kadar yürürüm. Hem beden sağlığımı, hem de ruh sağlığımı korumak amacıyla yapıyorum bunu. Akşamları yürüyorum dedim ya. Caddeler, yollar boyunca bir sürü apartman ve ev var. Akşam olunca ışıklar da yanıyor doğal olarak. Kimi evler kapkaranlık, kimi evlerin de nerdeyse bütün ışıkları yanıyor. İşte, ben bu evleri birer canlı olarak düşünüyorum ve yanan ışığın yoğunluğuna göre kişilik değerlendirmesi yapıyorum. Kimi evlerde ışık yanmaz ve sadece televizyonun ışığı dışarı doğru savurur kendini. Böyle evlerde yaşayanlara biraz acıyorum. Bir televizyonun çevresinde kümelenmek ve konuşmadan, birbirini dinlemeden saatleri tüketmek garibime gidiyor. Kimi evlerde ise sadece bir odanın ışığı yanıyor. Bu durumda ise iki ihtimal aklıma geliyor. Bu evde ya tek bir insan yaşamaya çalışıyor, ya da birbirinin farkında olan bir aile var ki bir odada konuşuyorlar, hayatı paylaşıyorlar, beraber kitap okuyorlar… Bazı evlerinse nerdeyse bütün odalarında ışık yanıyor. Bu tür ev içinde çeşitli olasılıklar söz konusu. Ya birbirinden kopuk bir aile bireyleri var ki her biri kendi odasında kendi hayatını kurmuş, ya da çeşitli zorunluluklarla farklı odaların ışıkları yanıyor. Belki de okula giden, sınava hazırlanan genç insanlara sahiptir bu türden evler. Az önce de bahsetmiştim. Birbirinden kopuk insanlarla da dolu olabilir bu türden evler. Oturma odasında baba maç seyrediyor, mutfaktaki televizyonda da anne dizi seyrediyor, çocuklarsa kendi odalarında farklı işler yapıyor olabilir. Bu türden bir aile de acınacak bir aile örneğidir.

Ne olursa olsun ışıkları yansın evlerin. Parçalanmış bir aileye ait olsa bile, her birey kendi odasında kendi hayatını sürüyor olsa bile evlerin ışıkları yanmalıdır. Bazı harabe evler vardır ki bütün bireyleri ölmüş ve ikinci kuşak nesil de farklı yerlerde hayat sürer olmuşlar. Hiçbir ışığı yanmayan evlerden ürperiyorum bu yüzden. Ne zaman metruk bir ev görsem içim ürperiyor ve hemen oradan uzaklaşmak istiyorum.

İçinde insan yaşadığı halde ışıkları çok az yanan hüzün evleri de vardır. Genellikle bir tek insan yaşar bu tür evlerde. Ne gelenleri vardır, ne arayanları. Hicranı içine gömerler ve karanlık bir evde hüzünle yaşarlar. Evet, genellikle ışık yanmaz bu evlerde. Ya televizyon başında yalnızlıklarını unutmaya çalışırlar, ya da perdeyi aralayıp dışarıya bakarak teselli bulmaya çalışırlar. Evet, perdeyi aralayıp yalnızlığını gidermeye çalışan insanları gördükçe yüreğim burkulur. Perdeyi aralarlar ve hüzünlü bakışlarıyla haykırırlar, ama günümüz insanının yüreği gibi kulakları da mühürlü.

Daha fazla uzatmadan toparlamak istiyorum. Ne olursa olsun ışıkları yanmalı evlerin. Her yanan ışık canlılığı gösterir. Umarım evlerimizin ışıkları daima yansın.

13.11.2007

Eskilerden 19...MY RECOMMENDATIONS TO GET AN EFFICIENT POINT FOR TURKISH DEFENCE EXPENDITURES

In this article, I do not imply that Republic of Turkey has to cut its defence expenditures to grow up. I try to show a logical economic way by which Republic of Turkey can get an efficient point as the some developed countries can do. What Republic of Turkey should do can be categorized below:

1) The problems with the countries listed below cause Turkey to increase defence expenditures. Shortly, I deal with the problems: The problems with Russia: The existence of the Muslim minority of Russia and some historical passions of Russia, for instance the dream of part of the sea that is not surrounded by land etc. The problems with Greece: Mainly Cyprus, Greece Islands, continental shelf related to Aegean Sea etc. The problems with Iraq: North Iraq, the existence of the illegal organization named PKK. Turkey exists in a very problematic zone. To manage this is very hard for Turkey, but we believe that our republic can manage this by creating good relationships among the countries.

2) National defence industry should be supported by the government. Partnerships should be created among national defence industry and universities (mainly, engineering faculties)

3) If the foreign defence companies want to sell their weapons and other related productions, there must be a crucial clause: the firms must share their technology and knowledge with our local defence industry.

4) The Turkish armed forces should be renewed as a professional armed force. This is necessary and we know this will be possible in fifteen years.

5) We should consider the relations with NATO and we should be a member of the Europe Army.

6) We should construct partnerships, related to defence industry, with Russia, China and Iran. We claim this, because some bad political relationships with United States and other Western countries can damage our national defence politics. As an example, after the Cyprus War between Turkey and Greece, the Western countries have imposed an embargo on Republic of Turkey.

7) PKK creates an excess burden in our national defence. How to solve this problem is difficult for Turkey. We know that only military reactions cannot solve this problem. Some economic and cultural supports must be implemented to minimize this problem.

8) Turkey should have close relations with the Middle East countries, because some terrorist organizations locate there, such as PKK, Hezbollah. Having good relations with the Middle East countries can help Turkey to reduce defence expenditures. Turkey should exhibit that Turkey is not the Trojan Horse of USA, otherwise some fanatic organizations can plan some terrorist attacks on Turkey. As a result, some true political conducts should be used to have an efficient point in Turkish defence targets.

2006

Eskilerden 18...ÜNİVERSİTE YILLARINI ÖZLEMEK

Sahip olduğum özlemle yazıyorum bu satırları. İşte arkadaş, özledim üniversitede öğrenci olduğum yılları ve öğrenciliğimin geçtiği güzel şehir İzmir’i. O yıllar, şikâyet edip dururdum ve öğrenciliğin bir an önce bitmesi için dua ederdim, ama şimdi anlıyorum ki insan hayatının en güzel yılları üniversitede geçen yıllarmış. Sabahları kalkıp hazırlanmak, yarım yamalak kahvaltı yapmak, aceleyle otobüs durağına koşturmak, derslerin bitmesi için sabırsızlanmak, ders bitişinde arkadaşlarla takılmak, eve gelip yemek hazırlamak, akşamları ders çalışmamak için bin tane bahane bulmak, hava güzelse dışarıda gece olana kadar dolaşmak, arkadaşların evlerine uğramak ve hatta sınav geceleri telaşlı bir şekilde konuları yetiştirmeye çalışmak bile özlenirmiş.

Üniversite bitti ve sivil bir yaşantıya yelken açtık. En sevdiğimiz mekânlar, en değerli arkadaşlar uzak düştüler. Şimdi hepimiz bir yere dağıldık ve hayatı kazanma derdindeyiz. Allah’tan internet, MSN Messenger, cep telefonu gibi kolaylıklar varda birbirimizden kopmamaya çalışıyoruz. Bir şeyi itiraf etsem iyi olacak. Üniversite bitince, bir şey daha çok kimliğe bürünüyor: Yaşlanıyoruz ve ömrün en güzel yılları bitmeye adım attılar. Elbette öleceğiz, ama gençlikten vazgeçmek insana koyuyor.

İşte, insan özlemle anıyor geçmişi ve üniversite yıllarını. O yılların her anı özeldi ve yaşanmaya değerdi. Sabaha kadar yapılan muhabbetler, gece vakti hazırlanan yemekler, ardı ardına seyredilen filmler unutulmuyor. Aynı güzellikleri tekrardan yaşamak mümkün değil artık. Artık büyüdük, sırtımıza sosyal sorumluluklar yüklendi, €/$ ekseninde hayat sürmemiz gerektirildi. Üniversite yıllarıma, o yıllarda kalan Mustafa’ya ve arkadaşlara, o zamanların umutlarına ve üzüntülerine selamlar yolluyorum. Özledim sizleri…

20.07.2007

Eskilerden 17...ERKEN ÖLMEK İSTEMİYORUM; ÇÜNKÜ HAYATI SEVİYORUM

Hiç mezarlığa gider misiniz? Ben arada mezar ziyareti yapan birisiyim. Hem yakınlarımın mezarlarını ziyaret ediyorum ve hem de ölümü anlamaya çalışıyorum. Bildiğiniz gibi ölümün yaşı ve zamanı belli değil. Zaten mezar taşlarında yazanları okursanız dediğimin gerçekliği ortaya çıkar. Hiç ummadığı yaşta ölenler o kadar çok ki...İşte, ne zaman mezarlığa gitsem anlıyorum ki yaşamak güzel bir duygu ve insan olarak bu hayatı devam ettirmek vazgeçilmez bir nimet.

O zaman intihar eden, ölmek isteyen, hayattan nefret eden insanlara ne demeli, söyler misiniz? Başı sıkışınca ölümü isteyen, dünyanın çilelerine tahammül edemeyen insanlar acaba doğru mu yapıyorlar? Peki sizce bu dünyanın anlamı ne? Yani, bu dünya sonsuz zevklerin yeri mi veya bir imtihana tabi tutulmak için yollandığımız bir yer mi? İşte, bütün sorun burda. Dünyanın ne olduğunu tam olarak kavrayamayan bizler sıkıntılara tahammül edemiyoruz ve zaman zaman ölümü isteyebiliyoruz. Oysa öğretildim ki bu dünyada tam olarak mutlu olmak mümkün değil ve olmadık bir zamanda sıkıntılar saldırabiliyor acımadan. Yani, burası eksik mutlulukların yeri...Bu dünyada sonsuz mutluluğu arayan ve aradığının uğrunda vahşice bir ömür harcayan insanlara şaşıyorum. Bu dünyada bütün güzellikler yok olmaya mahkum ki...En güzel yüz bile çürüyecekse, en kuvvetli bedenler bile toprak olacaksa bu bitmez kavganın anlamı ne, söyler misiniz? Neden ölümün arkasını anlayamıyoruz ve hiç ölmeyecekmiş gibi vahşi bir kapitalizmle saldırıyoruz dünyanın yalan güzelliklerine? Evet, yaşamak güzel bir duygu;ama bu dünyanın eksik bir yer olduğunu kavrayamayan, hırsları uğrunda vahşileşen, azcık sıkıntıya uğrayınca da küsüp ölmeyi düşünen insanları anlamıyorum.

Erken ölmeyi istemiyorum ve hayata karşı direnmeye de istekliyim; ama bu dünyanın geçici olduğunun da farkındayım. Evet, yaşamak güzel, sıcacık kahvemi yudumlamak güzel, iyi bir finansal ekonomist olmak güzel, yeğenlerimi öpüp koklamak güzel,bir çay bahçesinda oturup çay yudumlamak güzel, gazetemi doya doya okumak güzel; ama bütün bunlar dünyanın gerçeğini değiştirmiyor. O zaman çözüm ne, söyler misiniz? Çözüm: İnsanca yaşamak güzel, ama bu dünyanın sonsuz olmadığını, burasının bir sınav yeri olduğunu, sıkıntılara karşı tahammül etmenin doğru olduğunu bilmek ve bunu özümsemek daha güzel...

26/10/2006

Eskilerden 16...ÇOCUKLUĞUMDAN VE BAHÇELİ EVLERDEN HABER VAR MI?

Bir apartmanda yaşarken, birkaç metrelik bir odaya kapanmışken bu satırları yazıyorum. Sağımda, solumda, her yanda beton görerekten bu satırları yazıyorum. Sizlere sormak istiyorum. Çocukluğumdan, o mutlu ve saf yıllardan bir haber var mı? O yıllar çok uzakta kaldılar. Hâlbuki ne güzel, ne yaşanası yıllardı o yıllar. Her şey saftı, her maddenin rengi daha parlaktı, güneş daha güzeldi ve gök mavisi daha bir deli maviydi ve o zamanlar bahçeli evler vardı; bahçesinde türlü türlü ağaçlar, çiçekler olan güzelim evler vardı. O yıllarda hayat bir başka güzeldi. Hele boş zamanlarda oynanan o oyunlar, bahçe bakımını büyüklere bırakmamak için çocukça direnişler vardı ya, o anların tamamı özeldi. Türlü türlü meyve ağaçları vardı o bahçelerde: Erik, ayva, kayısı, ceviz, hurma, yenidünya, üzüm, zeytin, incir, dut ve akla gelmeyen diğerleri. Bahçede bakılan kediler ve sevimli kedi yavruları, bahçede oynanan türlü türlü oyunlar…

Takip eden yıllarda çocuk yüreğimizi yakan “betonlaşma özentisi” ve bahçeli evlerin yok edilişi. Batılı olacaktık ya, o güzelim evler birer birer apartmana dönüşmeye başladı. O güzelim ağaçlar kesildi, oyunlar oynadığımız bahçeler yok edildi ve zevksiz apartmanlara mecbur kılındık. Sadece bahçeli evler yıkılmadı ve aynı zamanda çocukluğumuz, çocukça umutlarımız, o bahçelerden yükselen kahkahalar, ettiğimiz kavgalarda gömüldü tarihin sayfalarına. Mazimiz çalındı ve hatta mazimiz kara topraklara gömüldü. Şimdi özlemle anmamak mümkün mü o cazibeli ve sevinçli yılları?

Yine bizler şanslıydık ki en azından son vagona binebildik ve bahçeli evde yaşamanın mutluluğunu tadabildik. Şimdiki çocuklara acımamak mümkün mü? Güzelim çocuklar apartmanlara mahkûm edildiler ve kendilerine ait bir düş dünyası olmaları engellendi. Nüfus arttı ve bahçeli evler birer canavar misali apartmanlara dönüştüler. Ah, şu zalim betonlaşma hevesi yedi o güzelim bahçeli evleri. Yine yüreğimde aynı arzu, yine bahçeli evde yaşama özlemi… Artık pek mümkün değil bu, çünkü bahçeli evde yaşamak ucuz değil artık. Ben kaybettim o güzelim yıllarımı ve çocukluğumu. Arasam da mümkün değil bulmak...

22.07.2007

Eskilerden 15...KURAKLIK

Herkes kuraklıktan şikâyet ediyor ve küresel ısınma tek suçlu ilan ediliyor. Tamam, dünya ömrünü tamamlamak üzere, ama bizim yapmadıklarımız bayağı fazla. DSİ diye bir kurum var ve bu kurumda çalışan uzmanlar var ve bu uzmanlar çeşitli raporlar yayınlıyorlar. Bu raporlara göre Türkiye'nin suyu 270 milyon insana yetebilir, ama doğru yatırımlar doğru zamanda yapılırsa.

Stratejik düşünmeyi bilmiyoruz ve kararlarımızı kısa süreli olayların etkisinde kalarak alıyoruz. Bakıyorsunuz bir yıl yağış fazla oluyor ve barajlardaki fazla suyu salıyoruz. Akarsularımız var, ama denize akıp duruyorlar. Ormanlarımız var, ama kıymetini bilmiyoruz. "İklim" denen şeyi kendimiz ıslah edebiliriz ve bu konuda kaderci yaklaşımları bırakmalıyız. Doğru yatırımlar yapılırsa, ormanlar korunur ve doğru ağaçlar dikilirse "kuraklık" olması için fazla sebep kalmıyor.

Sabancı Üniversitesi'nin bir uygulamasından bahsetmek istiyorum. Bu üniversitede yağmur suları akıp gitmiyor. Yağan tek damla bile depolarda birikiyor ve depolarda biriken suyla sulama, temizlik gibi ihtiyaçlar gideriliyor. Akıl, kullanmak için değil mi?

24/07/2007

Eskilerden 14...BORSA ÇILGINLIĞI

Kısaca Borsa çılgınlığı konusuna değinmek istiyorum. Bu konuda söz söylemeye yetkim var; çünkü SPK tarafından verilen SPF İleri Düzey Lisans Belgesi sahibiyim.

Bilen bilmeyen, zengin fakir birçok insanda Borsada oynama hastalığı var ve herkes borsa uzmanı kesilmiş durumda. Lisansım olmasına rağmen borsadan uzak duruyorum. Borsanın kurallarından ve finanstan haberdarım, ama benim asıl derdim reel ekonominin gidişi. Grafiklere, fiyatlara, yorumlara bakarak kendimi kaybetmiyorum asla. Milli Gelir, istihdam, yatırım, enflasyon, büyüme gibi kavramlar beynimde yer kaplıyor.

Hepimiz reel ekonominin gerçeklerine dönmeliyiz ve borsanın sanal büyüsünden kurtulmalıyız. Her yerde faiz, borsa ve döviz konusu işleniyor; ama reel ekonomiyi anan çok az insan var. İstihdamı borsa mı artırır, reel ekonomi mi? Sorumlu herkesi düşünmeye davet ediyorum.

24/07/2007

Eskilerden 13...ÖZGÜRLÜK SEVDASI

Kuşlar gibi uçabilmek, özgürce istediğim yere gidebilmek isterdim. Görünmez adam olabilmek ve sınırsızca dolaşmak isterdim. Dalgalarla boğuşmadan, nefesim tükenmeden bir balık gibi yüzebilmeyi isterdim. Zamana hükmetmek ve zamanı durdurabilmek isterdim. Geçmişe seyahat edebilmek ve dünümden kopmamak isterdim. Geleceğe yelken açabilmek ve böylece bugünümü daha stratejik yaşamak isterdim.

İnsan ruhu sonsuzluk, güç, özgürlük peşinde; ama kısıtlamalar her yeri sarmış durumda. Sonsuzluğu arıyorum, sonsuzluğun ne demek olduğunu kavramak istiyorum. Bir günün 24 saat oluşu, insan ömrünün kısalığı ve önümüze çıkan engeller sayesinde eksik rekabet içerisinde oluşumuz beni tatmin etmiyor. Sonsuzluğu arıyorum.

26/07/2007

Eskilerden 12...ÇAY ve KAHVE SEVDASI

Çay ve kahve üzerine dokundurmak istiyorum. Garipsemeyin. İki sevgili dostum üzerine kısacık yazacağım sadece. Onlar kadar insanı rahatlatan, insana huzur veren kaç şey vardır. İlk tutkum çaya karşı oluştu. Demledikçe demledim ve mutlu oldum. Kendime ait farklı çaylarım olurdu ve bu çayları odamda saklardım. Evdeki diğer insanların bana ait çayları tüketmesinden hoşlanmazdım. Daha sonra bu bencilliğimden koptum ve çaylarım herkesin kullanımına açık hale geldi. Daha sonra da kahve tutkunu haline döndüm. Ne yazık ki Türk kahvesinden bahsetmiyorum. Türk kahvesi doyurucu gelmiyor nedense. Küçücük bir fincana koyulan kahve bana yetmiyor.

Canım sıkıldığı zaman çay veya kahve içiyorum ve kendime geliyorum. Sanki bu iki sevimli varlığa kişilik verdim ve aramızda sıkı bir dostluk oluştu. Çay veya kahve tutkusu olmayn insanları yadırgadığımı da belirtmeliyim. Bir insan nasıl olurda çaya ve kahveye aşık olmaz, bilemiyorum.

Suyu iyice kaynatacaksın, sade ve bergamot aromalı çayı karıştıracaksın ve demlemeye bırakacaksın. Buram buram kokan o çayı içmemek elde mi? Hele kahve...Kahvenin o kokusu, acımtırak tadı insanı mahvediyor.

Ömrümün son gününe kadar bu iki arkadaşı bırakmayacağım inşallah. Umarım öte dünyada da bu iki arkadaş olur da bu tiryakilikten kopmam.

19/07/2007

Eskilerden 11...THE MATRIX

Teknoloji çağının insanının şanslı mı şanssız mı olduğuna karar veremiyorum. Gözlemlerimde mümkünse kendi hayatımı mercek altına alıp satırlara yansıtıyorum. Bilgisayarım var, internet bağlantım var, televizyonum var, film cd'lerim var; ama sanki bu teknolojik yoğunluk beni kendine hapsediyor. Ya, bu nasıl iş ki bilgisayarıma kişilik veriyorum ve onu dostum gibi hissediyorum. Biz teknoloji çağının çocukları içimize kapanmıyor muyuz sizce? Günlük planlarımızı yaparken TV, internet gibi etkenleri değişken olarak kullanmıyor muyuz? Teknoloji arttıkça "iletişim ve bilgiye ulaşım" kolaylaşıyor, ama biz içimize kapanıyoruz. Güleyim mi veya ağlayayım mı, bilemiyorum. Sanki "The Matrix" gerçek ve sanal bir dünyada yaşıyoruz. Şu insan yapımı aletler bizi esir almadılar mı dersiniz?

19/07/2007

Eskilerden 10...DEVLET Mİ?

Devlet kavramının beni rahatsız eden bir boyutundan bahsetmek istiyorum. Sevmediğiniz, hoşlanmadığınız insanlarla bir arada yaşamak zorunda bırakılmanız çok kötü. "Bu ülkede yaşayan 70 milyon insan kardeştir." sözü kocaman bir yalan. Kendime düşman olarak hissettiğim milyonlarca insan var. Bu düşmanlık somut sebeplerden dolayı kaynaklanıyor ama. İnsanlardan ırk, din, siyasi düşünce gibi sebeplerle kopuş değil bahsettiğim.

Cem Uzan ve ekibiyle aynı ülkede yaşamak istemiyorum, DTP-Leyla Zana gibi ayrılıkçılarla bir arada yaşamak istemiyorum, demokrasiyi özümsememişlerle ve farklı düşündüğüm için bana düşman olanlarla bir arada yaşamak istemiyorum.

Farklı düşünebiliriz, ama bu ülkeyi sevmek ve bu ülkede dürüstçe yaşamak zorundayız. Banka hortumcularıyla, pkk sevgisiyle dolu olanlarla, tarih ve millet düşmanlarıyla bir arada yaşamak istemiyorum. Benim gibi düşünmüyor musunuz?

20/07/2007

Eskilerden 9..EKSİK REKABET

İkisat biliminde "piyasa türleri" konusu önemli yer tutar. Çeşitli piyasalar vardır. Örneğin, oligopol, monopson gibi. Öğrencilerin birçoğu grafiklerin arasında boğulur, ama bu piyasa türlerini gerçek hayata uyarlamaya çalışmaz.

Bu kuramları kendi hayatıma uyarladım ve sonuç: " Eksik rekabet ve monopolleşen bir Türkiye! ". Bu sonuca varmak için mükemmel bir iktisatçı olmak, ekonometrik araçlardan yararlanmak gerekmiyor. Sadece bakıyorum hayatıma ve sonuca varıyorum. Binlerce yıldır ekonomistler boşa yorulmuşlar ve günümüz iktisatçıları da ekonometri, analiz yöntemleri gibi zor konuların altında eziliyorlar. Evet, analizimi kendi hayatımdan ve samimi hayatlardan çıkardım.

Yılda onbinlerce Türk genci yurtdışına yüksek lisans ve lisans eğitimi için gidiyormuş. Bunların çok az bir kısmının burs bulma olanağı var. Demek ki iki Türkiye olduğu bir gerçekmiş. Bir yanda ezilen ve zor koşullar altında yaşayan çoğunluk, diğer yanda monopolleşen bir azınlık. Kimi gençler var ki birkaç aylığına yurtdışında dil kursu gibi eğitimlere katılmak için yanar, ama bir çözüm bulması imkansızdır. Ya, garibim gençlik yurtiçindeki dil, finans vb eğitimlerine katılacak parayı da bulamaz ki...

Türkiye çağ atladı, ama ikiye bölünerek çağ atladı. Bir yanda "sermaye birikimi" hızla çoğalan bir azınlık ve diğer yanda zor koşullarda adam olmaya çalışan milyonlar. Evet, adam olmak... Bu kurtlar sofrasında adam sayılmanız için niteliğinizin ve paranızın çok olması gerek.

17/07/2007

Eskilerden 7...MAVİSİNİ YİTİRMİŞ YAŞAMAK

Değerli Ali Çolak'ın "Mavisini Yitirmiş Yaşamak" adında bir kitabı var. Kitabın içeriği gibi adı da çok hoşuma gidiyor. İnsan gökyüzüne baktığı zaman ve o güzelim maviyi neşeyle seyrettiği zaman nasıl mutlu olur. İşte, hayatta böylesine mavi olmalı ve insana huzur vermeli. Fakat bizler kalkınması engellenmiş, mavi renkleri griye döndürülmüş bir ülkede doğduk ya. O nedenle çoğumuz karamsarızdır, olayların olumlu yönlerini görmekte zorlanırız, hayal dünyamız dardır. "Türk'ün Türk'e propogandasıyla" zaman akar gider de bu ülkede, ama yine de çalınan hayatların, yitirilen güzelliklerin hesabı sorulamaz.

Şehirlerimiz de bize benzer. Bakarsınız gri bir ton şehirlere egemendir. Yeşil ve maviye hasrettir yurdumun gariban vatandaşı. Umutlar çalınmış ya, her sabah karamsarlıkla veya umursamazlıkla yatağından kalkar ve kendisine sunulan dar imkanların peşinde gider. Kimi kabullenmiştir, kimi isyandadır, kimi düşünme duygusunu silmeye çalışır ve kimi de ben gibi sesini duyurmaya çalışır.

Çaldılar hayatımızdan maviyi ve yeşili. Kalkınması engellenmiş bir ülkenin zorluklarına hapsettiler biz milyonları. Yediler, ama doymadılar daha. Her biri bir perdenin arkasına saklandı ve kendisini bir ideolojinin savunucusu ilan etti. Farklı kimlik sahibi olarak gözükseler bile hedefleri aynıdır: Daha fazla para, daha fazla iktidar. Çaldılar mavimizi, yeşilimizi, umutlarımızı.

18/07/2007

Eskilerden 5...DİYET İSTİYORUM

Yaşamak nedir? Bence yaşamayı 2'ye ayırabiliriz: Kalkınmış bir ülkede yaşamak ve kalkındırılmayan bir ülkede yaşamak... Türkiye hangi sınıfta peki? Evet, kalkınması engellenmiş bir ülkede yaşıyoruz. Kalkınamamızın sebebini dış öcülere bağlamıyorum. Kendi içimizdeki hainler tarafından engellendik ve milyonların umutları, canları, sevdaları, hayalleri çalındı. Bizim klasik hastalığımızdır dış nedenlere suç bulmak, ama içimizdeki milyonlarca vatan haini de ne oluyor, söyler misiniz? Sömürülen kaynaklar, hortumlanan KİT'ler, batan bankalar... Allah aşkına, dağdaki geri zekâlı pkk üyesi ile ülkeyi bu duruma sürükleyen bir kamu görevlisi arasında elbette fark aranamaz ki.

Yediler, ama tam yağmalayamadıkları için kıvranıp duruyorlar. Ah, güzel ülkemi hep beraber bu duruma düşüren hainler... Çaldınız umutlarımızı, yok ettiniz güzel geleceğimizi. Oysa biz sadece insan gibi yaşamak istemiştik. Neden mi böyle karamsar yazıyorum? Çıkın dar dünyanızdan ve bakın toplumun gerçeklerine. Her yerde fakirlik ve umutsuzluk diz boyu! Kıvranan ve acı çeken, ama gururundan taviz vermeyen milyonlar da var bu ülkede! Her yoksul kapkaç yaparak, çete kurarak yolunu bulmuyor ki. İnsanlar acı çekiyor bir yerlerde, ama etrafı altın duvarlarla çevrili yakuttan saraylarınızdan çıkmadığınız için bunu göremiyorsunuz. Sorsanız milliyetçi, dindar, vatansever, özgürlükçü, sosyalist vb olarak tanımlarsınız kendinizi, ama siz sadece ve sadece aşağılık yaratıklarsınız!

Diyet istiyorum şimdi! Çalınan umutların, ağlayan gözlerin, yaralı yüreklerin diyetini istiyorum şimdi! Ülkemin bağrına sülük gibi yapışmışsınız ve kurtulamıyoruz sizden. Ah, yıkılan umutlar ve büyüyen zalimlikleriniz...

10/07/2007

Eskilerden 4...ÖZELLEŞTİRMELER HAKKINDA

Kısaca özelleştirmelere değinmek istiyorum. Bir iktisatçı gözüyle olaya değinmek istiyorum. Devletin sosyal yönü elbette olmalıdır, ama bu demek değildir ki KİT'ler yarı kutsal yerlerdir ve muhafaza edilmelidirler. Birincisi, bütün KİT'ler kötü yönetim ve hortumlanma tehlikesi altındadır. Bu acı gerçeği engellemeniz çok kolay bir olay da değildir. İkincisi, devletin otoyol, köprü gibi basit sayılabilecek işlerle ne iş olabilir ki. Tamam, derler ki özel sektörün olamadığı yerde devlet olsun. Sorarım o zaman ki devlet teşvik veremiyor mu? Örneğin, elektronik eşyalar için chip üretiminde yetersiz kalıyorsak bu açığı devlet mi kapatmalı? Hayır, stratejik konularda özel sektöre teşvik verirsiniz ve verimliliğiniz gayet güzel de olur. Devlet asli işlevlerine dönmelidir en kısa sürede. Eğitim, sağlık, etkin yasama ve denetim devletin asli görevleridir. Sosyal devlet olduğunuzu unutmamak da sizin elinde. TOKİ yine dar gelirli ailelere konut yapsın, ama devlet birilerinin çiftliği durumuna gelen KİT'leri de en karlı şekilde özelleştirsin.

Özelleştirmenin yöntemleri konusunda itirazlar gelebilir. Örneğin, kamu bankalarının tamamen yabancılara satılmasına ben de karşıyım, ama bu sorunu da İMKB'de halka arz gibi, nitelikli Türk ortak gibi eylemlerle çözebilirsiniz. Özelleştirmeyi destekliyorum, ama yöntemler konusunda ki itirazları kabul edebilirim. Özellikle finansal piyasaları serbestleştireyim derken dikkatli olmak gerekir. Bankacılık sektörü çok stratejiktir ve bu alanda yerli payı her zaman çoğunluk olmalıdır ve yabancı payı sınırlanmalıdır. Öte yandan, bir köprünün yabancılara satılmasında hiçbir mahzur görmüyorum.

Özelleştirmeyi destekliyorum, ama finansal piyasalarda çoğunluk asla yabancılarda olmamalıdır. Diğer alanlarda yabancıya düşmanlık duyanların yanlış düşündüğünü savunuyorum.

( Y=C+I+G+NX). Milli gelir denklemi yan tarafta. Toplam refahı artırmanız için özel sektörün önemi ortada. İnanmayan bu denklemi sorgulasın.

14/07/2007