19 Şubat 2014

HER ŞEY UNUTULUR

İnsan bu, her şeyi unutur ve yeniden başlar her şeye. Gaflet mi, rahmet mi unutmak?.. Geriye ne kendisi kalır, ne de sahip oldukları...

Facebook üzerinden yazmaya devam ediyordum. Burayı çok ihmal ettim, çok... İnşallah burada yazmaya devam edeceğim. Tek sorunum var: Henüz yedekleme yapmadım... Facebook yazılarımı da buraya aktarmalıyım.

Zaman dar, kısıtlı... Ömür dediğinse bir rüya... Geride kalan yazdıklarındır. Mahlasla yazmayı da bırakmam lazım...

Çok hamdım, Allah kavrulmamı diledi ve yandım cehennemlerde. Rabbim, acizim ve isyan etmek istemiyorum. Beni bela ile imtihan etme, zira çok acizim. Güzellikle imtihan et ve başarılı kıl lütfen... Ve yaşadıklarımı yazıya dökmem için bana fikir ve güç ver Rabbim... Yazmak ne hoş bir meşgale...

Öğle yemeğinden geldim ve başım çok ağrıyor. Allah aşkına, eski baş ağrılarım mı nüksediyor? Yazık... İmtihan içinde imtihan ve başarısız bir talebe... Rabbim, talip olmadım bu yüke. Zira ben zayıfım ve nefsim beni ezer.

Kariyer her şey değil, ama sevdiğin işi yapmak çok şey... Sürükleniyorum farklı mecralara. Dur be kaderim, biraz da benim fikrimi sor! Denetimden şube pazarlamaya sürüklenmek garip bir his... Naçar... Yoruldum artık şehir şehir dolaşmaktan ve otel odalarında çıldırmaktan. Bankacılığın çıkmazı belli: Pazarlama yapmazsan, yollar kapalı işte! Ya da pılını pırtını toplayıp ayrılacaksın bankacılıktan.

Oğlum, babanın kafası çok dolu ve karışık. Senin hürmetine, Rabbim gönlümden geçenleri nasip etsin inşallah...

Uykusuzluk, baş ağrısı, can sıkıntısı ve kalpte bir bunaltı... Bugün iyi değilim. Haykırsam... Çözüm olmaz ki... Uyumak, uyumak ve belki de hiç uyanmadan uyumak...

Kahve geldi. Acı, şekersiz ve tatsız... Hayat acı mı peki? Aslında değil... İsteklerimiz sınırsız ve insan arsız. Orada ölüm beni bekliyor ve dünya hayatı boş bir eğlence, ama manevi hayatıma hiç dikkat etmiyorum her ne hikmetse! "Bile bile lades" bu değil midir? İnsanız ve gönül ister çoğu şeyi. Az biraz Rabbimizi hatırlasak ve hayatımıza denge kazandırsak... Heyhat...

Yirmi Şubat sabahı... Yolculuk var yine. Bilet aldım. Dolaş dolaş, nereye kadar? Bir faydası da yok. Aldığım harcırah var ya, birçok insanın bir gecede gözünü kırpmadan harcayacağı kadar... Tek kârım: Yorgunluk... Denetimmiş, şubenin çok mu umurunda sanki? Şube kâr sağlıyorsa, gerisi boş... Ve bankacılıkta otomasyon çok fazla ve insanların bir hükmü yok gibi. Kendini anlı şanlı bir Maliye Müfettişi gibi hisseden arkadaşları görünce...

Maliye Müfettişi dedim ya, Vergi Müfettişi olmak hayalimdi, ama şu garibanlık var ya... Kimsesizim ve delicesine mücadele ediyorum. Hangi mülakatta, hangi referansı kullanacağım ki... Dün Çukurova Kalkınma Ajansı hakkında konuşuyorduk. Şartlarından bahsettim. Duyan birisi hemen telefona sarıldı ve nüfuz sahibi babasını aradı. Neymiş, kalkınma ajansı için tanıdıkları çokmuş... Dün laikler kadrolaştı, bugün Siyasal İslamcılar... Bense derinden derine haykırıyorum, ama ne duyan var ne de dinleyen. Boğuluyorum Allah'ım! Bu garibanlık boğuyor beni. Sürekli hayallerim ve umutlarım... Hiçbiri gerçek olmadıktan sonra, hayal kurmak -en basit anlatımla- safça ve hatta aptalca! Doğuştan yaftalamışım işte! Umut denizinde aptalca kulaç atmak mı azim, erdem ve haysiyet? Baba, sen bilinmez bir yere gittikten sonra çok gariban kaldım, çok... Halbuki sen ne çok kişinin yüzünü güldürmüştün! Dün sana gelenler var ya, çoğu muktedir... Ama bense tek başıma mücadeledeyim heyhat... Artık durulmak ve hayallerimin gerçek olduğunu görmek istiyorum.

Umutsuz değilim, haksızlıklara isyan ediyorum ve çözüm istiyorum. Affedersiniz, ama köşe başlarında yığınla it ve çevrelerinde bir sürü şakşakçı dalkavuklar... Allah'ım, aklıma ve kalbime sen sahip çık. Allah demez mi peki kendisi için hiçbir şey yapmadığımı? Ama olsun, sultana sultanlık ve gedaya da gedalık yaraşır.

Düttürü dünya... Yirmi bir Şubat sabahı... Acı kahve içtim. Keyif değil, uykusuzluğu bastırma. Kanatlanalı çok olmuş ve her an nihayete erebilir, ama uzayda boşlukta uçar gibi... Yani gören de yok, soran da... Kozanın her zerresinde emek, sabır, hayret, hicran be fedakarlık... Heyhat, kozadan çıkalı çok olmuş, ama kime ne? Öte yandan, tıfıl bir tırtıl acemice koza örmeye heveslenir. Tören alayı eksik sadece... Ve öfkelensen ve haykırsan, kim duyacak ve dönüp bakacak? Gitsen de hiçbir şey fark etmeyecek! Yağma sofrasında zevkten dört köşe olanlar, şu Cuma sabahı her türlü bedduayı hak ediyorsunuz aslında!

Cuma gecesi... Uyanığım. YDS çalışmaya çalışıyorum. Uykusuzum aslında. Uykumu ne zaman aldım ki ben? Sürekli uykusuzluk... Şöyle bir yatsam, yün yorgana sarılsam ve dalana kadar kısık sesle şarkılar... Mesela Erol Evgin, Tanju Okan veya Yıldırım Gürses... Sonra dalsam hissizce ve rüya bile görmesem... Asgari on saat uyusam, olmaz mı? Bu yazıyı bitirmek istiyorum. Vaktim çok az... Vesselam.