28 Mart 2011

İSKENDERUN'DAN YANSIYANLAR





























Yaklaşık bir hafta İskenderun'da kaldım. Çocukluğumda çok giderdim; çünkü hala ve teyze beyleri İSDEMİR'de çalışırlardı. Evleri Modern Evler civarındaydı. Çok hatıralar var... Her iki enişte de rahmetli oldu ve İskenderun'la bağımız koptu. Denetim için zaman zaman gidiyorum İskenderun'a. Güzel bir ilçe. Akşam olmadan sahilde yürüyebilirsiniz, gemiyle dolaşabilirsiniz, Cüneyt Pizza'da muhteşem lezzetli bir pizza yiyebilirsiniz veya Antakyalılar Künefe'de künefe... Cüneyt Pizza ve Antakyalılar Künefe Şehit Pamir Caddesi'nden sahile doğru yürürken, Cumhuriyet Meydanı'nda. Çocukluğumun İskenderun'u çok uzaklarda... Modern Evler nerede, hatırlamıyorum bile...

24 Mart 2011

KAHRAMANMARAŞ'TAN YANSIYANLAR

Geçen hafta memleketim Kahramanmaraş'taydım. Hafta içi memleketteydim. Hava çok güzeldi, ama mesai bitene kadar dışarı çıkmam pek mümkün olamadı. Öğle aralarında ve akşamları dolaşabildim. Fazla resim çekemedim, ama birkaç resimi aşağıya ekliyorum.

















Akrabalarımın mezarlarını ziyaret etmek için Şeyh Adil Mezarlığı'na uğradım. Mezarlığın ortasında Milli Mücadele Şehitliği bulunmakta.



Yaklaşık 10 yıl yaşadığım apartmanın giriş kapısının resmi aşağıda...



Şekerdere'den akşam inerken...



Ulu Camii'nin akşam görüntüsü...



Kahramanmaraş Belediyesi'nin yeni binası... Elbette şehirler yenilenmelidir, ama çok üzüldüm. Rahmetli babamın uzun yıllar çalıştığı bina yıkılmış ve yerine yenisi yapılmış. Hatıralarımın yıkıldığını ve bazı şeylerin tekrardan elde edilemediğini iyice anladım.



23 Mart 2011

HUZURU BULANLAR ve BİZ KARİYER SAHİPLERİ

20/10/2007 tarihli bir yazı...

"Huzur kavramıyla ilgili gözlemlerimden bahsedeceğim bu yazımda. Arkadaşlarımdan biriyle dolaşıyordum şehirde. Hava yağmurluydu ve bu hava yine beni gergin yapmıştı. Aslında yağmuru çok severim, ama yağmurlu havada dışarıda dolaşmaktan da nefret ederim. Bir anahtarcıya uğramamız gerekmişti. Caddenin arkasındaki anahtarcıya gittik. Küçücük, birkaç metre kare büyüklüğünde bir anahtarcı dükkanıydı. Her zaman olduğu gibi, gözlemlemeye başladım. Önce anahtarcı abimizi gözlemlemeye başladım. Orta yaşlarda, işinin ehli bir usta olduğu yüzünden belliydi. Yüzüne bakarak iç dünyasını tahlil etmeye çalıştım. İşini sevdiğine kanaat getirdim. Mutlu olmalıydı ve yaşadığı sakinlik ona huzur vermeliydi. Ustamıza imrendiğimi hissettim. Daha sonra dükkânı gözlemlemeye başladım. Birkaç metre kare büyüklüğünde, beyaz badanalı bir yerdi. Bir anahtarcıda olabilecek araç ve gereçlerden bahsetmeyip, o kısmı erbabına bırakıyorum. Isınmak için klima, üst köşede 37 ekran televizyon ve en şahanesi de bir semaver... Ustamıza tekrardan imrendiğimi hissettim. Televizyon açıktı, klimanın sıcağından dolayı dışarıdaki soğuk hissedilmiyordu ve semaverde mis kokulu çay demlenmekteydi. Az sonra yaptıracağımızı yaptırıp oradan ayrılacaktık. Dışarıda şakır şakır yağmur yağmaya devam ediyordu. Ne yazık ki o güzelim ortamdan ayrılacaktık. Sıcacık ve sevimli bir dükkân, çalışırken kulak ve göz misafiri olunan bir televizyon ve mis gibi çay... İşte, bu huzur değil miydi?

İktisatçıyım, iktisat doktorasına kadar eğitim hedefliyorum; mesleki hedeflerim var, kurs ve sertifika peşinde dolaşıyorum, ekonomiyi takip ediyorum, muhasebe ve finans öğrenmeye çalışıyorum; ama sanki kendimi kandırıyormuşum gibime geldi. Uykusuz geceler, yorgunluklar, beynin içinde uçup duran rakamlar, teoriler ve gerçekler... Sahi, biz kariyer sahibi insanlar neyin peşinde koşup duruyoruz, bilen var mı? Acaba kaç tanemiz az önce bahsettiğim anahtarcı ustanın sahip olduğu huzura sahip? Okuduğum ve kariyer hedeflediğim için pişman değilim ve iktisatçı olduğum için sevinçliyim, ama kariyer, meslek gibi kavramları kendime padişah eylemişim gibi geliyor. Geçenlerde gördüğüm rüyalar bunu ispatlamaz mı? Muhasebeyle ilgili bir ayrıntı zihnime takılmıştı ve sabaha kadar rüyamda muhasebeyle uğraştım ve sabah uyandığımda da aklımda o, çözemediğim muhasebe olayı vardı. Kaptırmışım kendimi rakamlara, teorilere, raporlara, bilgisayara...

Kitapçı, anahtarcı, ressam ve diğer ustalar... Sizlere imreniyorum; çünkü kendi ufacık dükkânlarınızda, kendi krallığınızda mutlu olmamanız için bir neden yok. Az para kazanabilirsiniz, ustalığa saygının kalmamasından dolayı haklı olarak yakınabilirsiniz, ama emin olun ki "huzur" denilen tatlı şey sizin tarafınızda. Bizim gibi rakamlarla, raporlarla, kavramlarla uğraşmıyorsunuz... Evet, takılmışız "kariyer" denen saçmalığın ardına ve ömrümüzü tüketmekle meşgulüz..."

En huzurlu olduğum zamana, bebekliğime ait bir resimi aşağıya ekliyorum. Bir yaşında bile değilken...

TÜRKÜLER YAZDIĞIM HAYATTAN KESİTLER

Bu sabah zihnim çok dağınık. Ne zaman toplu oldu bilemem, ama bu hayata türküler yazmak ve türkülerle küfretmek istiyorum. CHP gibi hep muhalefette kaldığımı hissedince... Ne yapayım, muhalif olmak, CHP'den farklı olarak, üretkenlik kaynağıdır. Dalkavukluğun sonu yok. Dalkavuk olursunuz, sarayda yaşarsınız, ama gün gelir de en ufak hatada kelleniz alır. Muhalif olup dağlarda isyan türküleri söyleyen yiğitlerden olmak var...

Maliye Bakanlığı'ndan müjdeli bir haber geldi: Yaş sınırı 35'e çıkartıldı. Güzel bir haber. Üç beş kişinin alındığı Hesap Uzmanlığı ve Maliye Müfettişliği hayalleri için toy olmak gerekli, ama yılda en az 500 kişinin alndığı Vergi Denetmenliği mantıklı bir hayal olabilir. Sabredip bir yıl Vergi Denetmen Yardımcısı olarak görev yapsanız... Bankacılara sesleniyorum, cesareti ve hevesi olan için Vergi Denetmenliği iyi bir hedef. Bir yıl çalışıp istifa edersiniz ve bağımsız denetim şirketlerine transfer olursunuz. Bankacılara sesleniyorum demiştim. Yani Teftiş ve İç Kontrol çalışanlarına... Onlar kim mi? Teftiş çalışanları Müfettişler ve İç Kontrol çalışanları Müfettişin Yandan Yemişleri/Yandan Çarklı Müfettişler... Maliye Bakanlığı'nda sizlere güzel hedefler var. Herkes pazarlamacı ve hatta şube müdürü olmak zorunda değil.

Çok haysiyetli bir vekil olan Sabahat ablamız bir baş komisere tokat atmış. Şu ülkede kaşınan birkaç milyon insan var. Elbette namuslu, dürüst ve ülkesini seven Kürtler sonsuza dek kardeşimizdir, ama pkk destekçisi çapulculara karşı çok hınçlıyız. Ya o şerefsizlerin yayınlandığı listeler olsa, kardeşimiz olan Kürtlere asla zarar vermeden, pkk destekçisi şerefsizlere karşı silahlı mücadeleye girişsek, emin olun ne can sıkıntımız kalacak, ne de baş ağrılarımız... Bu hainlere karşı tek çözüm var: Dişe diş, kana kan... Elbette Devlet, hatalarını bıraksın ve bazı açılımlar yapılsın, ama pkk destekçisi hainlerin dişini sökmek gerek. Zaten silah kullanmayı seven bir miletiz, verin pkk destekçisi şerefsizlerin listesini ve gidip ebelerine rahmet okuyalım. Biraz kan akar, ama daha sonra ülkesini seven Türkler ve Kürtler kardeş kardeş yaşamaya devam eder. Evet, tavuk bile kesemem, ama pkk destekçisi şerefsizlere kurşun sıkmaktan gurur duyarım. Yalnız, devletime seslenmek istiyorum. Vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruat değil! Bana verilecek silah G3 piyade tüfeği olmasın da... Verin keleşi ve asker kıyafetini... Henüz ölmedik veya içimiz geçmedi. Tamam, Bruce Lee filmlerini seyrede seyrede kendini Çinli hisseden ve acayip hareketlerle arkadaşlarıyla yakın döğüş sporu yapan bir gençliğiz, ama daha ölmedik ve pkk destekçisi hainlere karşı kurşun sıkabilecek iradedeyiz.



Geçen hafta en küçük halamı kaybettim. Ölüm... Bu konuda fazla yazmak istemiyorum, ama dünya hayatı böyle işte. Ölüm ve doğum hep içiçe. Yaşamaktan, yürümekten, düşünmekten, kahve içmekten, kitap okumaktan, kariyerden, aileden, sevdiklerinizden ayrılmayı elbette istemezsiniz, ama SS Kanunu hayatın her alanında geçerlidir. Bakalım, yaşabildiğimiz kadar mücadele edeceğiz, sonra bir tohum misali yere düşeceğiz ve bilmediğimiz bir alemde uyanacağız. Ölümden korkmuyorum, ama boş yaşamaktan, hedeflerine ulaşamadan ölmekten ve hedefsizliğimden ötürü hesap vermekten korkuyorum. Ey ölüm, senden asla korkmuyorum, ama keşke zamansız olmasan... Ama kadere inanmak borcumuzdur. Hayattayım, mücadele ediyorum ve gücüm yettiğince mücadele edeceğim. Şu güneşli havada nefes almak, soğuk suyla yüz yıkamak ve özgürce düşünmek... Bunlar ne büyük nimetler değil mi?.. Yazımı bitirmeden önce Adana'dan bir resim ekleyeyim. Adana'dayım ve hava çok güzel...

10 Mart 2011

ŞAİRİNİ BİLMEDİĞİM BİR ŞİİR VE BENDEN ESİNTİLER

Kalbimin Penceresi
Sen kalbimin aşk penceresinden
Bütün sıcaklığıyla süzüldün girdin.
Sabah güneşi gibi aydınlık berrak
Girdin kalbime iyice gör bak.
En temiz duyguyu aşılayan sensin
Sensin karanlık dünyamı aydınlatan
Baharda açan çiçekleri, öten kuşları
İlk defa sensin bana gösteren.
Sen bütün berraklığıyla kalbime dolan
Karanlık olmadığını dünyanın
Sensin bana anlatan.
Sen o pencereden süzülüp giren
Sen bana yaşama arzusu veren
Seninle beraber bir şeyler daha süzüldü içime
Kalp penceremden...
Seni kaybetmenin korkusu doldu içime
Bir korkuki beni perişan eden
Bu korkuyu kalp penceremden sen fırlat
Yanlız seninle dolsun kalbim
Ve o pencereyi sen kapat!

Huzur Sokağı adlı bir romanda okumuştum bu şiiri. Hangi şair tarafından yazıldığını hatırlamıyorum, ama beni derinden etkiliyor.

Adana'dayım bu hafta. Adana'da yağışlı bir hava var ve ben geceden kalmayım. Dün huzursuzdum, sinirim bozulmuştu; çünkü haksız yere suçlandım, hakarete uğradım ve kalbim kırıldı. İnsanın sırça köşkünü yıkmaya kimin hakkı var? Haksızlığa uğradığım için uyuyamadım ve başım inanılmaz ağrıyor. Kahve, çay ve ada çayı hak getire... Sırtını dönmeyeceksin veya asla sırtını yaslamayacaksın. Adana'da yağışlı bir hava... Adana karanlık, soğuk, ürkek ve çekingen... Adana'nın pencerelerinde begonyalar açmaz olmuş. Yahya Kemal'in ünlü dizeleri dilime dolanmış ve Adana'da yağmur...

Resim: Adana'da Yağmurlu Bir Gün


Öğle arası... Biraz yürüdüm, ama zihnim dağılmadı. Gereğinden fazla hassas, derin düşünen ve hadiselerin perde arkasını görmeye çabalayan bir adamın zihninin dağılması mümkün mü? İnsanlar Çakmak Caddesi'nde hızlı hızlı yürüyorlardı. "Her insan bir alemdir." sözü bomboş bir palavra. Acaba kaç tane namuzsuz, şerefsiz, hırsız ve adi köpek yanımdan geçti, bilmiyorum. Hepsini geçtim, yüreğinde ülke sevgisi buram buram yanmayan, vicdanında kara lekeler olan, sırça köşkleri hiç acımadan yıkan insanlar kimlerdi acaba? Ben mi bu topluma ait değilim, bu toplum mu kokuşmuş, yozlaşmış ve kirlenmiş? Kendimden veya toplumdan nefret etmek istiyorum. Öfkem öylesine keskin ve büyük ki... Herkesten ve her şeyden kopmak, bavulumu alıp uzaklara kaçmak... Nereye mi? İzlanda veya Kanada'nın karlı ve ıssız bir köşesine, dağına, köyüne, kasabasına... Eski nefretlerim, öfkelerim ve hafakanlarım küller altında kalmıştı, ama uyandırana sormak gerek? Peyami veya Necip Fazıl veya Yahya Kemal gibi arkasına bakmadan kaçmak, yüklerden kurtulmak ve her türlü hoyratlığı yaşamak... Mutluluk verir mi? Belki hayır, ama olsun... Öfkemin, cinnetimin, hırpalanmışlığımın ve nefretimin sebebi çok belli...

Tanrı'nın varlığına ispat mı istiyorsunuz? Bu adama bakmanız yeterli... Ruhum ve kalbim bu dünyaya bağlı değil ve asla bağlı olmadı zaten. Hep arayıştayım, yolculuk heyecanındayım ve yollardan geçiyorum. Bu dünya hayatı, şehirler, insanlar, caddeler, yemekler, para ve diğer cismani şeyler beni mutlu edemiyor. Tam anlamıyla bir muhalifim, huysuzum, kırılganım ve öfkeliyim. En yakın arkadaşım bile beni anlamıyorsa, benimle başkalarının yanında dalga geçiyorsa, kendisiyle alakasız insanlara ve benim arkadaşlarıma bana karşı göstermediği saygıyı gösteriyorsa, emin olun ki ben bu dünya hayatına A'dan Z'ye küfür ederim. Başarılı olmak, mesleğimde en üst noktaya çıkmak, sağlıklı yaşamak ve güneşe karşı nefes almak istiyorum, ama hoyratlığa, kabalığa, haksızlığa ve güvensizliğe gelemiyorum. Gecenin bir vaktine kadar uyuyamadıysam, öfkeyle bir olup bütün alemleri yakmışsam, emin olun ki haklı bir sebebim vardır. Haklı sebep mi? Kapalı bir kapıya, kapının açılmaması için gösterilen dirence, başkalarının doğal hakkı olan tahammülün bana gösterilmemesine isyan ediyorum. Başımın arkası ağrıyor yine. Hani geçmiş yıllarda bıraktığım, geçmişin karanlığına gömdüğümü sandığım elim ve keskin baş ağrısı... Yüz yıkamak, kolonya sürmek, yürümek, çay içmek, ada çayı içmek vb... Hiçbir şey şu elim ve keskin baş ağrısını gideremiyor. İlacı yok mu? Üstat Peyami'nin Mahşer'de belirttiği çok etkili bir ilacı var, ama o ilaca sahip olmak ne haddimize! Su yolunu bulur elbette. İsyan değil, sadece gerçekleri kaleme alma...

8 Mart 2011

BANKACILIK HAKKINDA ACI GERÇEKLER

5411 sayılı Bankacılık Kanunu'na takılmadan ve mümkün olduğunca kimseyi incitmeden, bankacılık hakkında acı gerçekleri buraya ekleyeceğim.

Acı Gerçek 3:
Kimse kimseye bedava para vermek zorunda değildir. Bankalar hayır kurumu değildir ve elbette makul seviyelerde faiz veya vade farkı işletilebilir, ama bankaların bazı gelir kalemlerini anlayabilmenin imkanı yok. Örnek mi? Cari hesap işletim ücreti, kredi kullandırım faizi/kar payı haricinde tahsil edilen dosya masrafı, zorunlu hayat sigortası primi vb... Bankalar çağdaş tefeciliğe özeniyorlar gibi. Başıma gelen bir olayı anlatayım. XYZ bankasının kredi kartını kullanıyorum, ama cari hesabını kullanmıyorum. Kredi kartına EFT yaptım ve gelecek ayların borçlarını da kapamak istedim. XYZ bankası çok zeki ya, kredi kartına yolladığım paranın bir kısmını cari hesaba yolluyor ve cari hesap işletim ücreti kesiyor. Bu hırsızlık değil mi? Evet, bazı bankalar çağdaş tefeci gibi çalışıyorlar. BDDK'nın bu tür bankaları izlemesi, uyarması ve hatta cezalandırması gerekli.

Acı Gerçek 2:
Pazarlamacı olmayanlara kariyer yolu her an kapatılabilir. Gideceksiniz ve şubede iyi bir pazarlamacı olacaksınız. Bazı büyük bankalarda istisnalar olabilir, ama size verilen değer sadece ve sadece şunlara bağlıdır: İyi pazarlama, yüksek kar ve sağlam portföy... Peki şubecilik değerli midir? Hayır... Şubecilere değer verilmez, ama şubecinin kazandırdığı tatlı paraya değer verilir.

Acı Gerçek 1:
İç Kontrol hiçbir zaman Teftiş Kurulu ile aynı kabul edilmeyecek. Teftiş Kurulu büyük abidir ve İç Kontrol küçük kardeştir. Büyük abi küçük kardeşi her zaman dövme hakkına sahiptir. Uluslararası kariyer anlamında veya denetim alanında kariyer anlamında, hangi birimde tecrübeniz olduğu çok önemli olmayabilir; çünkü CIA, İngilizce ve yüksek lisans gibi artılar sizi öne çıkartacaktır. Ama şunu demek istiyorum: Bankaların İç Kontrol çalışanları, duyun sesimi ve kendinizi müfettiş olarak hissetmeyi bırakın. Tamam, canlı ve çalışkan yapınızla Teftiş Kurullarından daha faydalı da olabilirsiniz, ama tekkeyi bekleyen çorbayı içer! Yasada ve yönetmelikte sizin unvanınız ne? "İç Kontrol Elemanı"... Güzel unvan mı istiyorsunuz? Alın, işte: "Yandan Çarklı Müfettiş" veya "Müfettişin Yandan Yemişi"... Acı, ama gerçek bu... İç Kontrol küçük kardeş ve Teftiş Kurulu büyük abi... Büyük abi küçük kardeşi her zaman dövebilir.

DEVAM EDECEK