4 Mayıs 2010

BUGÜNLERDEN YANSIYANLAR

Bu sıralar fazla yazmıyorum; çünkü internete girecek vaktim yok ve zihnim çok dağınık. Şimdi nasıl mı vakit buldum? Biraz sonra anlatacağım. Akıllı insan kimdir? Elbette akıllı olmayı belirleyen birçok etken vardır, ama akıllı insan perdenin arkasını görebilme becerisine sahiptir. Memleketimin insanı yeri geldiğinde çok kurnazdır ve menfaati uğruna canavar kesilir, ama perdenin arkasını görebilmeyi pek istemez. Zevk olsun da, menfaatlere zarar gelmesin de, gerisi çok önemli değildir. Son birkaç asırdır ne yazık ki kokuştuk, değerlerimizden koptuk ve garip bir millet haline geldik. Batı kalkındı ve maddi zenginliğini arttırdı, ama insani değerlerini kaybetti. Biz kalkınamadık, ama insani değerlerimizi de kaybettik. İspat mı istiyorsunuz? Elinizde bir tomar parayla gece vakti sokaklarda dolaşabilir misiniz, bir bayan rahatça ara sokaklarda dolaşabilir mi? Hayır, ne yazık ki hayır. Batı'nın ahlaki çöküntüsünü anlayabiliriz; çünü maddi kalkınma esas alındı ve kiliseye savaş açılarak manevi değerler ihmal edildi. Evet, Batı'da "sex devrimi" gönüllü olarak gerçekleştirildi ve insanlar bundan rahatsız olmadılar. Kısacası Batı'nın yaşadığı ahlaki çöküntü doğal bir süreçtir; çünkü gönül rızasıyla manevi ve ahlaki değerlerini kaybettiler. Peki bize ne demeli? Hani bu toplumun neredeyse tamamı İslam dinindendi, hani bir Türk dünyaya bedeldi? Batı'nın yaptığı gibi değerlerimizi toptan inkar yoluna gitmedik, ama Batı'yı aratmayacak şekilde kokuştuk. Ne yazık ki ahlaksızlık, vahşet, hainlik denizinde boğulmak üzereyiz. Fuhuş, tecavüz, cinayet, rüşvet, gasp gibi habis urlar ne yazık ki bünyemizi sardı. Belamızı arıyoruz ve günden güne yozlaşıyoruz. Aslında çözüm belli: İnsanların kalbine vicdan ve ahlak duygularını yerleştireceksiniz. Vicdanın ve ahlakın kaynağının ne olduğu hakkında fikirlerim çok açık, ama burada bahsetmek istemiyorum. Gittiğimiz yol, yol değil ve belamızı arayıp duruyoruz.

Aile ve ev kavramlarının değerini bir kez daha anladım. Bu satırları bir otel odasında yazıyorum ve raporlu olduğum için işe gidemiyorum. Yabancı bir şehirde rahatsızlandım. Evet, iki gece önce rahatsızlandım. Gecenin ikisinde uyandım ve sabaha kadar kusup durdum. Yardım edecek, ilaç verecek, doktora götürecek kimse yoktu; çünkü yabancı bir şehirde, bir otel odasındaydım. Ertesi sabah hastaneye gidebildim ve tedavi altına alındım. Doktor bey tarafından üç gün rapor uygun görüldü ve otel odasına çekildim. Yarın da raporluyum ve işim aksayacak, ama kendimi toparlayabilmem için dinlenmem gerekli. Her zaman perdenin arkasını görebilmek gerek. İşimle ilgili birçok insanın yargısı aynı: " Genel müdürlük tarafından şubelere yollanan ajan, harcırah alan ve maaşını kabartan insan vb...". Ya, yabancı bir şehirde rahatsızlanıyorsunuz ve ailenizden kimse yanınızda değil. Her işin kendine göre zorluğu var işte.



Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında kısaca yazmak istiyorum. Elbette askerlik ve ordu bizim için kutsaldır. İlker BAŞBUĞ oldukça sinirli görünüyor ve "mütareke basını" kavramını kullandı. Elbette ordumuzun yıpratılmaması gereklidir, ama ordumuz da kendi içindeki cuntacı kanadı tasfiye etmek durumundadır. Hepimiz "ordu millet" kavramının savunucusuyuz, ama cuntanın ordumuzdan tasfiye edilmesini istiyoruz. Ordunun asli görevi ülkenin savunma faaliyetlerinin en etkili şekilde gerçekleştirilmesidir. Cunta ve darbe karşıtıyız, ama ordumuzun da sahibiyiz. Her kurum eleştirilebilir, ama eleştirilerin yapıcı olması gereklidir. Birbirimizi hain diye yaftalamayı bırakmalıyız. Ne TSK mensuplarının tamamı cuntacıdır ve ne de YAŞ kararıyla ordudan uzaklaştırılan muhafazakar askerler de vatan hainidir. Artık birbirimizi anlamamız gerekmiyor mu?



Bu ülkede bir kelimenin kullanımının yasaklanması gerekli: "IRK"... "Türk Milleti" kavramıyla "Türk Irkı"nı kastetmiyoruz. Irkımız ne olursa olsun, önemli değil. Ülkesini seven ve dürüst olan herkes kardeşimdir. Vesselam.

Hayatımda hiç alkol kullanmadım ve kullanmak da istemiyorum; çünkü alkolün verebileceği zararların farkındayım. Durum böyle, fakat Yeşilçam filmlerinde kahramanlarımız meyhanede rakı şişeşinde boğulur veya en heyecanlı sohbetler salaş bir meyhanede yapılır ya, sanki Yeşilçam'ım kahramanlarına ve salaş bir meyhanede yapılan sohbetlere imreniyorum gibi... Cüneyt Arkın, Kadir İnanır, Kartal Tibet ve Ediz Hun gibi jönlerin gençlik filmleri ve o filmlerdeki melankoli anları... Örnek mi? Ediz Hun Hülya Koçyiğit'e deli gibi aşıktır, ama aşkına kavuşamaz. Ediz Hun ne mi yapar? Gider salaş bir meyhaneye ve demlenir... Ne bileyim, eski filmlerin her sahnesinde bir güzellik görebiliyorum. Hayır, alkol kullanmayı asla istemiyorum, ama Yeşilçam jönlerine "Abi, büyüksünüz!" diyesim geliyor:)



Dünyadaki en çok düz mantığa sahip insanlardan birisiyim. Düz düşünüyorum, kıvırmayı bilmiyorum ve insani ilişkilerde ince hesaplar yapmıyorum. Türk toplumu düz mantığa sahip insanlardan hiç hoşlanmaz, ama yaratılıştan gelen fıtratım böyle. Bu özelliğim sebebiyle çok defa suçlandım ve yadırgandım. Düz mantığa sahibim ve insanların da düz mantığa sahip olmasını bekliyorum, ama heyhat... Ne yazık ki kıvırabilen insanlar değerli insan oluyor ve benim gibi düz mantığa sahip olanlar dışlanıyor. İnsanların fıtratını sorgulamam ve herkesi olduğu gibi kabul etmeye çalışırım, ama insanlar bunu anlamıyor. Türk toplumu "profesyonel insan" kavramına alışık değil. "Profesyonel insan" kıvırmaz, çabuk kızmaz, insanların fıtratını garipsemez, kıskançca davranmaz, ama ne yazık ki Asya insanı tam anlamıyla muammadır. Bu toplum değişmez ve benim başım daha çok ağrır. Fıtratım budur ve bu fıtratı bana verense Allah'tır. Beni garipseyen Allah'ı garipsemiş olur. Halbuki medeniyetimizin temellerinde Mevlana ve Yunus hoşgörüsü yok mudur? Herkes kendi işine baksa, insanlar başkalarıyla uğraşmayı bıraksa ve bütün insanlar üretken olmak için çabalasa... Ama olmaz, olamaz. Bizim toplumumuz kıskançtır, başkasını kendine engel olarak görür, başkasının ayağını kaydırmaya çalışır. Ey milletim, benim derdim kendimledir ve rakibim sadece nefsimdir. Bundan öte duygular bende yoktur. Bitmeyen bir hırsla dünyaya saldırmıyorum. Şu gölgelikte dinlenen bir yolcu gibiyim ve zamanı geldiğinde çekip gideceğim. Lütfen, dediklerimin altında başka anlamlar yoktur; çünkü ben düz mantığa sahibim.



Lokantada yemek yemekten tiksindim ve dünden beri yemek yemiyorum. Bugün sadece otelde kahvaltı yaptım. Elbette aç durulmaz, ama elma, muz, portakal ve sütle idare ediyorum. İnsanlar lokantada yemek yemeye bayılır, ama bense tiksindim. İnsanın kendi evinde hazırladığı makarna ve çorba lokantaların en pahalı yemeklerinden kat kat güzeldir. En sevdiğim yemekler ne mi? Kahvaltıda menemen ve diğer öğünlerde makarna. Menemeni güzel yapabildiğime inanıyorum. Aslında birçok yemeği iyi yaparım. Menemenin yanında bergamotlu çay, taze ekmek, zeytin ve peynir olmalı. Makarnayı ise yoğurtlu seviyorum. Makarnayı haşlayacaksınız, domates salçasıyla sos hazırlayacaksınız ve birkaç dakika boyunca makarnayla sosu karıştıracaksınız. Daha sonra bu karışıma bolca yoğurt ekleyeceksiniz. Sade ve etsiz yemeklerden hoşlanıyorum. Bu kadar yeter. Selametle.



Hiç yorum yok: