8 Eylül 2011

ESKİLERDEN: PAZAR GÜNLERİ

Seksenli yıllarda doğanlar hatırlar: Bizim sıkıcı Pazar günlerimiz vardı. Pazar günü demek can sıkıntısı ve bunalım demekti. Neden mi? Aşağıda anlatmaya başlayayım.

Tek kanallı, siyah-beyaz televizyonların evlerde bulunduğu günlerdi. Sadece TRT'yi seyredebildiğimiz televizyonlar... Çocuksun, kahvaltıdan önce veya sonra çizgi film seyretmek istersin, ama mümkün mü? Hayır, asla mümkün değil... Kahvaltı yaparken "Pazar Konseri" veya "Pazar Kanseri" ne alakaysa!.. Evet, Pazar günleri Batı Klasik Müziği yayınlatan bir devlet zihniyeti... Çağdaşlaşmak ve Batı toplumuyla bütünleşmek... Resmi adı "Pazar Konseri"ydi ama halk arasında "Pazar Kanseri" olarak bilinirdi. "Pazar Kanseri" başladığı zaman, televizyon özenle kapatılır ve kahvaltı huzurunun bozulmasına izin verilmezdi.

Öğle vakitlerinde yüreğim buram buram yanmaya başlardı; çünkü yoğun ve kızgın banyo saatleri beni beklerdi. Evlerin sobalı olduğu, tüplü şofbenlerin yeni yeni piyasaya çıktığı, Pazar günlerinin toplumun genelince umumi banyo günü olarak kabul edildiği ve banyolarda kazanlı sobaların bulunduğu yıllardan bahsediyorum. Kazanlı soba mı? Örnek bir resmi aşağıya ekliyorum.



Çocuktuk ve kendi başımıza yıkanma lüksümüz mevcut değildi. Rahmetli babam tarafından yıkanırdım. İnanılmaz derecede sıcak bir banyo, yaz sıcaklarını özlettiren soğuk bir hava ve başımızdan aşağı dökülen kaynar sular. Belirteyim, şampuanlar yeni yeni piyasaya çıkmaya başlamıştı. Saçımızı yıkamak için Hatay sabunu veya beyaz kalıp Haci Şakir kullanılırdı. Yorgun ve haşlanmış olaraktan banyodan çıkar, soğuk holden geçer ve sobanın çıtır çıtır yandığı oturma odasına teşrif ederdik. Sobanın etrafında giyinir ve kaderine razı olmuş koyunlar gibi otururduk. Allah'tan, Red Kit başlardı da biraz gülerdik. Merdaneli çamaşır makinesi çalıştırılmamışsa, elde yıkanan çamaşırlar sobanın çubuklarına asılır ve ıslak çamaşır kokusu bütün evi sarardı.



Akşam yemeğini müteakip, öğrencilerin belası "ev ödevleri"... Canınız sıkıla sıkıla, elbette zoraki yapılan ödevler... Banyonun verdiği rehavet, çamaşır kokulu nemli oda, cehennem gibi sıcak soba ve oturma odası, buz gibi diğer odalar, sobanın üstünde fokurdayan çaydanlık, yere serilen döşekler, yer yatakları ve erkenden uyumalar...

Elbette çocuk kalmamız mümkün değil ve yıllar şaha kalkmış koşuyor. Ama 1980'li yıllar ister istemez özleniyor. Çocukluğum, hatıralar, yoksunluklar, kalabalık aile meclisleri ve geri gelmeyecek nice güzellikler...

Hiç yorum yok: